Şöyle
yazmış Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali, paylaşmak istedim…
Babam
Sabahattin Ali 1948 yılının karlı bir Şubat sabahı benim ve annemin birkaç poz
fotoğrafını çektikten sonra Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıktı ve bir daha
geri dönmedi. Ölüm haberini neredeyse bir yıl sonra 1949 yılı Ocak ayında
gazetecilerden aldık.
Başta
her şey usulüne göre halledilmişti. Sabahattin Ali’yi “milli hisleri galeyana
geldiğinden” öldürdüğünü iddia eden bir katil vardı ortada, babama ait olduğu
söylenen fakat tanınmaz halde olan bir ceset de bulunmuştu. Ne var ki cesedi
teşhis etmeye o zaman hayatta olan annesi ve eşi çağrılmadı. Böylece ceset
esrarengiz bir şekilde kayboldu. Sabahattin Ali’ye ait bir defin belgesi bile
yok. Yani nereye gömüldüğü bilinmiyor. Olayın iç yüzü bugüne kadar gelmiş
geçmiş tüm iktidarlar tarafından ısrarla aydınlatılmadı. Sabahattin Ali 70
yıldır kayıptır.
Sabahattin
Ali gibi tanınmış, sevilen bir yazarın hunharca öldürülmesinin yarattığı dehşet
ve korku, toplumu suskunluğa sevkederken öte yandan her türlü muhalefeti
sindirmeyi vazife bilen karanlık güçlere de cesaret verdi. Her 10 yılda bir
tekrarlanan askeri darbeler ile karanlık güçler denen aslında içimizden
birileri, diğerlerini yok etmeye devam ettiler. Öldürülen gazeteciler,
yazarlar, sanatçılar, bilim insanlarının ardından toplumda gitgide derinleşen
ve hiçbir şekilde tedavi edilmeyecek yaralar açıldı.
Yetmiş
yıl sonra gelinen noktada toplum, toptan pasifize edilmiş, her türlü haksızlık,
hukuksuzluk, cinayet ve dehşete kanıksamış durumdadır. Ne var ki güneşin her
sabah doğması kadar doğal ve değişmez bir gerçek var evrende. Hafıza. İnsan
hafızası kaybolan, kaybedilen, yok edilen, yakılan, parçalanan değerlerimizi
unutmaz. Onlar, bu kayıp değerler hiç umulmadık bir yerde, umulmadık şekilde
toplumun karşısına çıkar ve “susmaktan hiç utanmadınız mı ? “ diye sorar.