Yıl 2002. Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler
ve meczuplar memleketi olma yolunda, devrimlerden dönüş sürecinin sancılarını
yaşıyor... Geçtiğimiz yüzyılın başında, İngiliz işbirlikçisi Derviş Vahdeti,
Sait Molla, Dürrizade Abdullah, İskilipli Atıf gibi mürtecilerin tasfiyesi
üzerine Cumhuriyet kurulmuştu. Bugün, küreselleştiği iddia olunan dünyada,
gerçek anlamda küreselleşen Türkiye vatandaşı mürteciler, İngiltere’nin
yanısıra, A.B.D., Almanya, Libya, Suudi Arabistan gibi ülkelerden yönetilmeye,
yönlendirilmeye devam ediyorlar. Yalnız bir farkla ki, A.B.D.’den gelen kimi
müritler, Türkiye’de milletvekili seçilip “türban krizi” yarattıktan sonra
tekrar anavatanlarına geri dönerken, kimi dervişler de, milletvekili
olmadıkları halde, Türk Hükûmeti’ne dışarıdan bakan olarak girebiliyor, yabancı
taleplerinin takipçiliğini yapabiliyor. Ve bu araştırma konusu olan, yasadışı
hocaefendi sanını (!) kullanmayı yeğleyen kimi şeyhler de, sanki gizli bir
mübadele protokolü varmış gibi, kendi ülkesinden yeni vatan A.B.D.’ne
rahatlıkla hicret edebiliyor...
Yeni bin yılın şeyhlerinin, dervişlerinin, müritlerinin ve de
meczuplarının amaçlarının da değiştiği gözlemleniyor. Artık amaç, bir şeriat
devleti kurmak değil. Şeriat, iktidarı, parayı, her türlü gücü ele geçirmenin
sadece simgesel, klişeleşmiş adı. Mürtecilik yani gericilik de artık salt
dinsel anlamda kullanılmıyor. Tam bağımsız bir devleti ve kazanımlarını ortadan
kaldırarak, düyunu umumiye döneminde olduğu gibi, ülkeyi uluslararası finans
merkezlerinin denetimine sokmak da, geriye gitmek anlamında mürtecilik olarak
değerlendiriliyor. Aynı şekilde, koşulsuz AB teslimiyetçiliğini savunarak,
devlet egemenliğini kayıtsız şartsız ulusa değil, Brüksel’e bağlamaya
çalışanlar da, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın uzantıları olarak bu anlamda
mürteciliği temsil ediyor. Anavatan kavramını Türkiye sınırlarından çıkarıp, AB
sınırlarına mal edenlerin milliyetçi-muhafazakârlığı ile, IMF, Dünya Bankası ve
AB çıkarlarının sözcülüğünü, savunuculuğunu ve de tetikçiliğini yapanların yeni
solculuğu, tıpkı Fethullah Gülen’in ve müritlerinin din ve vatan anlayışı ile
birebir örtüşüyor...
Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en karanlık, en hazin
dönemini yaşıyor. Bir tarafta, Türkiye Cumhuriyeti’ni koşulsuz savunan, Atatürk
ilke ve devrimlerinin sahibi ve takipçisi, aydınlanmacı, tam bağımsızlıkçı,
sömürünün her türüne karşı, evrensel barıştan yana, yurtsever, ilerici,
ulusalcı kesim var. Ancak, ne bir siyasal partiye, ne basın ve yayın
kuruluşlarına, ne de kendilerini destekleyecek ulusal sermaye gücüne sahipler.
Ülkenin elden gidişini sessiz çığlıklarla izliyorlar. İşlerini ve işyerlerini
kaybedenler, üniversite kapılarında bekleyenler, sefalet sınırının altında
yaşayanlar, ülke güvenliğini sağlamaya çalışırken baba ocağına tabut içinde dönenler,
Mumcular, Üçoklar, Aksoylar, Kışlalılar ve olup-biteni izleyen milyonlarca
örgütsüz, dağınık Türk yurtseveri!.. Karşı tarafta ise, ülkeyi etnik ve
mezhepsel esasa dayalı olarak bölmeye, yer altı-yerüstü ekonomik kaynaklarını
pazarlamaya, din devleti kurmaya ve halkın dinsel inançlarını sömürmeye, hatta
Cumhuriyet’in başına numara koymaya kararlı, zengin, güçlü, dış destekli,
örgütlü vatan hainleri ve işbirlikçileri ile peşlerinden sürükledikleri ulusal
bilinçten yoksun diğer bir kesim!..
İşte “Köstebek” adlı bu çalışma, içinde bulunduğumuz kapkara
dönemde, devletimizin altının nasıl oyulduğunun, nasıl zaafa düşürüldüğünün
binlerce örneğinden sadece birine ışık tutuyor: Türk Devleti’nin istihbarat
birimlerine sızmış, kadrolaşmış fethullahçıları!..
Şeyhleri A.B.D.’de yaşayan, ancak kendi ülkesinde Devlet
Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanan; C.I.A., MI6 ve BND gibi yabancı ülke
istihbarat örgütlerine taşeronluk yapan bir cemaate mensup müritlerin, asli
görevi kendileri ile mücadele etmek olan istihbarat birimlerinde
kadrolaşabileceğini, devletin gücünü, devleti savunanlara karşı kullanabilecek
düzeye gelebileceklerini kim tahmin edebilir ki? “Köstebek”, bu ihanet
öyküsünün adıdır. ..
Siz, hiç fethullahçıları devlete karşı bir tehdit olarak
algılayan, şikâyet eden ya da onlarla uğraşan bir PKK’lı, Brüksel ya da Köln
merkezli bir terörist ya da bir TÜSİAD üyesi ya da bir siyasal parti lideri ya
da bir ikinci cumhuriyetçi ya da bir azınlık mensubu ya da misyoner ya da
Hükûmet üyesi ya da bir Başbakan gördünüz mü? Nitekim, fethullahçıları
kontr-espiyonaj kapsamında iç ve dış tehdit odağı olarak tanımlayan ve mücadele
konsepti geliştiren gelmiş-geçmiş bir İçişleri Bakanı, bir Emniyet Genel Müdürü
ve bir M.İ.T. Müsteşarı da göremezsiniz, gösteremezsiniz!.. Haklı olarak
sorarsınız, kendi iç güvenliğini sağlayamayan, sızıntılara engel olamayan bir
ulusal istihbarat birimi, nasıl olur da ülkenin güvenliğini sağlar?!. Bu
sorunun yanıtı, doğal olarak olumsuzdur. Önünüzde iki tercih vardır; ya
çoğunluğun yaptığı gibi bu çelişkiye karşı başınızı çevirir, farketmemiş gibi
yaparsınız veya risk üstlenerek araştırmaya ve mücadeleye başlarsınız!..
İşte, “Köstebek” çalışması,
fethullahçıların bu az bilinen karanlık yüzüne ışık tutmak amacıyla
hazırlanmıştır. Özellikle Basın Savcılarının şu gerçeği bilmeleri
gerekmektedir: Bu kitap, İçişleri Bakanlığı’nı ya da Emniyet’i tahkir ve tezyif
amacıyla kaleme alınmamıştır. Aksine, kitabın yazılmasında, İçişleri Bakanlığı,
Emniyet Genel Müdürlüğü ve M.İ.T. gibi kuruluşlara, devletin güvenliğini koruma
gibi asli görevlerini hatırlatma ve bu görevlerinin gereğini talep etme amacı
ön planda tutulmuştur.
Daha dün, T.B.M.M., A.B. ve A.B.D.’nin
dayatmaları sonucunda, 30.000’den fazla vatandaşımızın ölümünden,
yüzmilyarlarca dolarlık ekonomik kayıptan sorumlu Abdullah Öcalan için “idamı
kaldıran” ve Türkiye’nin ulus-devlet özelliğinin temellerine dinamit koyan bir
uyum yasa paketini kabul etmiştir. Hukukun temel kuralıdır, kişiler için yasa
çıkarılamaz. Başta A.B.D. olmak üzere, hiçbir A.B. ülkesi, kendi iç hukuku ile
ilgili dış dayatmalara izin vermez, veremez. Bu olguya rağmen Batılı ülkeler,
bağımsız Türk yargısına, sözkonusu müdahale ile kabaca tecavüzde bulunmuştur.
Hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı ilkelerinin bu şekilde
çiğnenmesiyle, artık yeni dış müdahalelere de resmen yol açılmıştır. Bu
zaafiyeti sergileyen T.B.M.M. üyelerinin, Abdullah Öcalan için ne zaman “af”
çıkaracakları, hiç şüphesiz henüz bilinmiyor. Ama bu arada fethullahçıların
beklentisi de ortaya çıkıyor: Fethullah Gülen, aynı dayatmacılıkla, belki
yarın, tıpkı Humeyni gibi ve Humeyni işleviyle Türkiye’ye döndürülürse?!. Acaba
T.B.M.M. ya da Hükûmet, hayır mı diyecek?!. Türkiye’deki tüm ulusalcıları,
fethullahçı tehlikeye karşı çok geç olmadan birlikte hareket etmeye; istihbarat
birimlerindeki fethullahçı unsurların temizlenmesi için kamuoyu oluşturmaya
çağırıyorum...
Dr. Necip Hablemitoğlu.
05.08.2002
Çankaya
– Ankara.