Geçtiğimiz haftadan o kadar çok sıkıldım ki anlatamam,
adeta bitmek bilmedi inadına.
Sıkılma nedenim çok açık; hem kurban bayramı tatili
sonrası uzun bir ara olması hem de Salı günü işbaşı yapmış olmanın
münasebetsizliği gibime geliyor. Eylül ayının bu dönemleri zaten beni hep
sıkar. Okulların başlaması, trafiğin felç olması, can sıkıcı işler silsilesi,
kışın geliyor olması basar da basar…
Onun dışında babasız
efsane bir hafta geçirdik. Yoğun iş temposu nedeniyle ne sabah ne de akşamları
kendisini göremedik. Annem de yok yazlıktaydı hala. Hal böyle olunca Zeynep ve Bora’yı kaldır, giyindir,
çantalarını hazırla, yumurtalarını pişir, yedir, sonra sen kendin giyin, saçını yap,
makyajını yap, hep birlikte sokağa dökül, minibüse bin, in, birini dedeye
bırak, ötekini okula bırak sonra kendini 08:30’da mesaiye bırak. Mümkün mü ? 09:00’dan önce işe gelemedim haliyle. Böyle
devam edecekse ki edecek gibi mesaisi 09:00
‘da başlayan bir başka iş aramalıyım sanırım.
Akşamda bu rutin değişmedi. Ben işten çıkınca doğruca eve
gelip, babamın yaptığı nefis acılı yemeklerden yedikten sonra toparlanıp eve
geçişimiz pek şenlikliydi. Arabam olmadığı için toplu taşımayla idare ettik. Aman
ne zormuş inmek binmek çantalarla çocuklarla. Bende ziyadesiyle paniğim bu
konuda o yüzden extra zorlandım. Bu durum 3 gün 2 akşam devam etti. Dedim ki ulan kocası veya yardımcısı ve ya
anası babası olmayan 3 çocuklu analar napıyooo ? Ya onlar olmasaydı ben ne
yapardım ? Ah bu küçük bedenim nasıl dayanırdı bu acıya… J
Hiç başımdan eksik olmasın anam ve kocam meğer ne
yardımcılarmış bana. İnsan yoklukta anlıyor. Bir eziyet başa gelmeden anlaşılmıyor.
Dışardan bana çok şanslısın derlerdi. Annen var. Gerçekten öyleymişim. Öteki
türlüsünü hayal bile edemiyorum.
10 Eylül babamızın 40. Yaş günü olması nedeniyle de bir
takım süprizler hazırlamaya çalıştık. Burgazada Kalpazankaya’da çoluklu çocuklu
yemek organize ettik. 40 yaş olduğu için
gönlü hoş olsun boş geçmesin böyle bir gün istedim. Hem de tam 10 Eylül Pazar
gününe denk gelmiş yani ayıp olurdu bir organizasyon yapmamak.
Cumartesi sabahtan çocuklarla adaya geçmek planı
yapmıştım. Ancak cuma akşamına geldiğimizde bırak düşündüğüm süprizleri
hazırlamayı henüz hediye bile bakma fırsatım olmamıştı. Klasik iki ayak bir
pabuçta girersin Capitol’e, önce gözlük mü alsam, saat mi baksam derken
fiyatların uçmuş olduğunu gördüm. %50 indirimle 5.900 TL , 7.800TL saatler… %50
indirim yapsan nolur? "Saat almak için çok geç kaldın ve kesinlikle yanlış
yerdesin kızım" dedim. En iyisi sen gözlüğe dön. Ama onlarda farklı değildi ki. Milyon
dolarım olsa saate gözlüğe şu paraları vermem yürü gidelim dedim. Eeee ne
alacağız o zaman derken Boyner hayatımı kurtardı. Hesaplı ve tam da aradığım
gözlüğü orda buldum. Neyse ki çok da beğendi. Zaten çok eskimiş olan gözlüğünün
tarzında yeni bir güneş gözlüğü ile 40 yaşımız hayırlı olsun diyerek hediyeyi
bağladık.
Hediye işi hallolunca doğru Migros’a… Gelelim süprizlere…
20 yıldır sürpriz kalmadı yapa yapa tabii biraz aynı şeylerden gittik.
Alacaklarımın listesi hazır. Şampanya, konfeti, 40 tane mum, pasta içinse 4
paket muffin aldım. Eve gidince hemen 40
tane muffin pişirdim. Allahtan o gece davet varmış teknenin birinde de sabah 03:00’te
geldi eve yoksa pişirip saklamak için Zuzu’ya gitmek zorunda kalacaktım. 40 adet mum üfletmek hayalimdeydi ama hangi pastaya
o kadar mumu nasıl sığdırırım, ta oralara pastayı dağıtmadan eritmeden nasıl
taşırım diye düşünüyordum. Bazen aklımı seviyorum. 40 tane muffin harika bir fikirdi. Taşıması da kolay oldu. Tabak çanak servis
sorunu olmadı. Bu pastayı en çok çocuklar sevdi. Alıp alıp masadan kaçtılar
afiyetle…
Saat 13:00‘e geliyordu
cumartesi günü evden çıktık. Taksi kapıya gelsin istedik, aradık ama iki
taksi durağında da araç kalmamıştı. Eteğimde iki çocukla döküldük mü gene
sokaklara… Bende zımbazımp dolu, ağırlaşmış bir sırt çantası ve çekçek pazar arabası…
Durakta taksi yoksa zaten anla ki sokaktakilerde dolu geçecektir. Öyle de oldu.
Şaşırmadık. 10 dakika bekledik. Baktım bizim istikametimizde boş bir taksi
geliyor. El yaptım. Durmadığı gibi önümüzde manevra yapıp geri döndü ters yöne.
Napıyo lan bu taksi ne saçmalıyor derken meğer bizden önce karşı yoldan biri
çevirmiş. Gitti onu aldı mı ? Halbuki biz ondan önce çıkmıştık yola. O nerden
çıktı şimdi yırtık dondan çıkar gibi de ne zaman çevirdi ? Ben elim kolum dolu
daha mağdurum. O da sap gibi tek bir tane gençten çocuk. Çantası bile yoktu. Bizi
gördü üstelik. Bindi ve gitti. Bizde ağzımız açık baktık. Şansa bak.
Derken bir tane taksi çok geçmeden geldi de Bostancı
iskelesine vaktinde yetişebildik. 13:30 Kınalı-Burgaz motoruna bindik. Böyle motora bindik indik diye anlatıyorum da
öyle yazdığım gibi kolay olmadı o işlerde. Ben epey panik halde davranışlar
sergilediğim için tabii etraftan artık nasıl görünüyosam görenler pazar
çantamıza falan yardım ettiler.
“Hanfendi acele etmeyin daha vakit var, koşmayın.”
“Hanfendi çantanızı bize bırakın biz koyarız,tamam.”
“Hanfendi buraya koyuyoruz, bakın.”
Şansımıza hava da nefisti.
Ama çocukları memnun etmek ne mümkün. Bora vır vır daha
takside başladı. Gelmek istemedi. Ayak diretti. Çünkü evde x-box dan ayrılmak
istemedi. Babasının doğum günü olmasaydı valla bırakırdım Sado’yla ne hali
varsa görürdü artık gözü çıkana kadar oynardı. Mis gibi adada hava varken, ormanda bisiklete binmek varken, deniz, yosun
kokusu, martılar, tatlı güneş, geceleri mehtap, ateş, toprak, su varken. Sanki
bana var, onlara yok.
Adaya vardık. Bu seferde faytona binelim diye tutturdu. Huysuzluk
devam edecek ya… Yürüyemezmiş o kadar yolu paşanın oğlu… Yolun yarısına kadar
fayton da fayton. Yedi beni yedi. Kızın çantasında lolipop vardı. Öyle oyaladım.
1 tane cola aromalı varmış. Zeynep tuttu onu abisine verdi. Kendi limonlu yedi.
Cola aromalıdan da 1 tane kalmış mı ? Zeynep kendininkini yiyip bitirince bu
sefer başladı mı ben colalı şeker istiyorum. Onu bana ver kavgası. Kızım bak
olmaz o ağzına sürdü. Başka yok. Alırız
sonra. Yapma etme eyleme gözünü sevdiğim. Yok. O da yolun yarısından eve kadar
colalı da colalı diye zırıl zırıl yürüdük. Kuşa bak, kediye bak, rüzgar gülüne bak. Fayda yok. Kafa colalı da ya… Yediler bitirdiler beni…
Eve geldik tabi aç geldik. Hemen yemek hazırladım. Yedik
içtik. Ben biraz evi derledim topladım.
İstiyorum ki onlar güzel güzel bahçede oynarlarken bende
kahvemi içiyim sakin sakin kitabımı okuyayım. Ama yok. Mümkün mü ? İki kardeş
sanırsınki kanlı bıçaklı iki düşmanlar.
Birbirleriyle nasıl uğraşıyorlar, bağırış çığırış, kavgalar, anlaşmazlıklar. O
onu bağırtıyor o onu. Hakem gibi bende aradayım ama yok uzlaştırmanın imkanı
yok. Dinlemiyorlar bile. Bir yerden sonra bana da geliyorlar. Beni çiyak çiyak
bağırtıyorlar. Anca öyle susuyorlar. Olan bana oluyor. Öyle bağırdığım için
yarım gün kendime gelemiyorum. Üzülüyorum. Ama onlar 10 dakika sonra bakıyorum
ohooo eski hallerine dönmüşler.
Baktım böyle olmayacak hadi dedim parka çıkıyoruz. Parka
çıktık. Hahahahahaha… Çocuklar benimle herhalde dalga geçiyor. Nasıl güzel
oynuyorlar parkta anlatılmaz yaşanır. Bunlar aynı çocuklar mı acaba? Yoksa
parka kopyalarını mı getirdim? Hayal mi görüyorum ? Şizofrene mi bağladım yoksa
? Kendimi çimdikledim. Hayal değilmiş. Bora’ya şaştım kaldım. Benim oğlum tam
bir abiymiş yahu? Nasıl koruyor kolluyor kardeşini? Basbayağı oyun kurdular ve güzel
güzel oynadılar. Gözlerime inanamayarak izledim. Etraftaki yaşlı teyzelerin
konuşmalarını duydum. “Ay şunlara bak kardeş kardeş ne güzel oynuyorlar.” Sonra bir başka kadın geldi beni tebrik etti. “Ne güzel çocuklar çıkarmışsınız. Yani hem çok
güzel çıkmışlar hem de çok güzel çıkarmışsınız yaneee” demez mi ? Güler misin
ağlar mısın ?
Akşam babaları geldi. Yemek hazırlandı, keyifle yendi
içildi. Sonra o çocuklarla uyuyakaldı. Bende her zamanki gibi Sezen şarkıları,
arkamda ilk dördün dolunay ve şarabımla başbaşa kaldık… Tek farklı güzel yanı
dalga sesleri ve rüzgarın kıpırdattığı ağaç seslerinin eşlik etmesi oldu.
10 Eylül 2017
Burgazada
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder