27 Eylül 2017 Çarşamba

Bir Günlükten Aşk Üzerine

Bir cumartesi sabah vakti içerde kızım hafif ateşli uyurken, oğlum odasında karikatürlerini çizerken, babaları işine gücüne gitmişken, kahvaltılar da edilmiş kahve kitap saati gelmişken, acaba ne okusam ne okusam derken, aylar önce satın aldığımız hatta yapımını da tamamladığımız ama bir türlü fırsat bulup da duvara monte edemediğimiz kütüphanemiz yüzünden hala yerlerde koridorda duran kitaplar arasında gezinirken, kayınpederim vefat ettiğinde onun kütüphanesinden gelen kitaplara gözüm takıldı. Onları incelerken İrfan dedenin yani kayınpederimin babasının günlüklerini buldum. Ah işte sonbahar ve en sevdiğim nostalji.

Mesleği öğretmen olan İrfan dedemiz köy enstitüsü mezunu, Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde köylerinde hizmet vermiş bir başöğretmen. İdealist ve aşka tutkun, naif yapılı ve duyarlı bir insan portresi çıkıyor okudukça. Okuduğu kitaplar, aldığı terfiler, seyahatleri, öğrencileri, arkadaşları yaşadığı ne varsa tüm anılarını duygu yüklü yazmış. Sefiller kitabını anlatmış. JanValjan'dan ne kadar etkilendiğini. Fotoğraf çekme sanatı başlıklı sayfalarca deneyimlerinden bahsetmiş. Saç boyama sanatı diye bir başka başlığı daha var. Güzellik üzerine. Siyah saç boyası nasıl yapılır? Karışımlar, förmüller, bukle saç nasıl yapılır gibi daha neler neler.

Yeni evimin yeni balkonunun tadını çıkarmaya çalışırken işte tam da okunası zamanda bu günlükler pek tatlı geldi. Ve işte günlüklerden aşk üzerine olan alıntılar ; Sene 1931-1932 'lerden...


Aşka Dair      (Andre Gide’den)

Aşk yalnız sevmekten düşünmekten ibaret değildir.  O yalnız kalp ile dimağa ait olmasa gerek. Eğer öyle olsaydı, gurbette olan bir aşık kendini teskin ve hatta memnun edebilirdi.

Düşünmek, hep sevgilinin hayali, hatırasıyla mütemadiyen uğraşmak, yalnız yaşamak kafi gelmiyor. Goethe "Aşk bir ıstıraptır. Ondan ancak maşukanın (sevgili) yanında kurtulunur. “ demiş. Yani ıstırap yalnızca sevgilinin yanında unutulur. Yoksa tek başına sevmek kafi değil. Sevdiğini görmek, onun yanında bulunmak, onunla beraber yaşamak ve işte emel…

Gözlerin sevdiğini görmez, kulakların sesini işitmez, burnun kokusunu almaz, elin vücudunu okşamazsa, insan kucağında;  ben seni bütün varlığımla seviyorum diyemezse,  bu sözün onun üzerindeki tesirini göremez, anlayamazsa neye yarar ? Vakıa (her ne kadar ise de) söylemek şart değildir. Fakat aşk tamam olmak için mütekabil (karşılıklı) olmalıdır. Bu pek nadirdir. Fakat asıl saadette budur.

Kıskançlık muhabbeti öldürür. İtimat (güven) yaşatır. Her zaman sevdiğini anlamak, affetmek gerektir. Maddi menfaatleri düşünme, arzularının akıbetinden korkma, mağlup olursam diye gamlanma. Aşkı her gün yeniden haket. Dimağında, kalbinde ve vücudunda bulunan aşk ateşini hiçbir vakit söndürme.  Kanının şehvetini, dimağının ıstırabını, kalbinin saadetini birleştir ve hepsini birden sevgilinin en küçük bir keyfi için feda et.  Fakat acaba bu mümkün mü ?







Aşkı düşünmek zevk , duymak azaptır
Aşkla zaman ve zamanla da aşk geçer
Aşk iyileşmek istenilmeyen yegane hastalıktır
Aşksız kalp parasız cüzdan taşımak gibidir.
Bir türlü aşk bin türlü ihanet vardır.
Sevmek bir piyango biletidir. İkramiyesi sevilmektir.

Muvakkar Ekrem









Şu zavallı yüreğim hep senin aşkınla yanar
Seni ister seni gönlüm seni bilsen ne kadar
Geliver bir gece olsun, yaşasın hatıralar
Seni ister seni gönlüm seni bilsen ne kadar









Senin aşkın varlığı içinde öyle yok oldum ki bu yokluk bin varlıktan yektir.

Yemin ederim ki aşıkların gözünden akan yaşlara bir hayat gıpta eder.
Dildarın mezar başına gittim, toprağa seslendim. Dedim ki “Ey toprak benim vefakar olan yârimi incitme, hoş tut.”

Sevgilimden başkaları ile de hembezm (sarılmalar) olmama rağmen vallahi gönlümde ondan başka hiçbir kimsenin aşk ateşi yoktur.





23.09.2017 ,Cumartesi - K.yolu







26 Eylül 2017 Salı

Bir Şiir - Nazım Hikmet'ten Veronica'ya



Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli, 
belini sarmayalı, 
gözünün içinde durmayalı, 
aklının aydınlığına sorular sormayalı, 
dokunmayalı sıcaklığına karnının.

Yüz yıldır bekliyor beni bir şehirde bir kadın.

Aynı daldaydık, aynı daldaydık. 
Aynı daldan düşüp ayrıldık. 
Aramızda yüz yıllık zaman, yol yüz yıllık.

Yüz yıldır alacakaranlıkta koşuyorum ardından. 

Hasret - 1959 , Varşova







         

15 Eylül 2017 Cuma

Bir Hafta - 40.Yaş günü Serüveni


Geçtiğimiz haftadan o kadar çok sıkıldım ki anlatamam, adeta bitmek bilmedi inadına.
Sıkılma nedenim çok açık; hem kurban bayramı tatili sonrası uzun bir ara olması hem de Salı günü işbaşı yapmış olmanın münasebetsizliği gibime geliyor. Eylül ayının bu dönemleri zaten beni hep sıkar. Okulların başlaması, trafiğin felç olması, can sıkıcı işler silsilesi, kışın geliyor olması basar da basar…

 Onun dışında babasız efsane bir hafta geçirdik. Yoğun iş temposu nedeniyle ne sabah ne de akşamları kendisini göremedik. Annem de yok yazlıktaydı hala. Hal böyle olunca Zeynep ve Bora’yı kaldır, giyindir, çantalarını hazırla, yumurtalarını pişir, yedir, sonra sen kendin giyin, saçını yap, makyajını yap, hep birlikte sokağa dökül, minibüse bin, in, birini dedeye bırak, ötekini okula bırak sonra kendini  08:30’da mesaiye bırak. Mümkün mü ?  09:00’dan önce işe gelemedim haliyle. Böyle devam edecekse ki edecek gibi mesaisi  09:00 ‘da başlayan bir başka iş aramalıyım sanırım.

Akşamda bu rutin değişmedi. Ben işten çıkınca doğruca eve gelip, babamın yaptığı nefis acılı yemeklerden yedikten sonra toparlanıp eve geçişimiz pek şenlikliydi. Arabam olmadığı için toplu taşımayla idare ettik. Aman ne zormuş inmek binmek çantalarla çocuklarla. Bende ziyadesiyle paniğim bu konuda o yüzden extra zorlandım. Bu durum 3 gün 2 akşam devam etti.  Dedim ki ulan kocası veya yardımcısı ve ya anası babası olmayan 3 çocuklu analar napıyooo ? Ya onlar olmasaydı ben ne yapardım ? Ah bu küçük bedenim nasıl dayanırdı bu acıya… J

Hiç başımdan eksik olmasın anam ve kocam meğer ne yardımcılarmış bana. İnsan yoklukta anlıyor. Bir eziyet başa gelmeden anlaşılmıyor. Dışardan bana çok şanslısın derlerdi. Annen var. Gerçekten öyleymişim. Öteki türlüsünü hayal bile edemiyorum.

10 Eylül babamızın 40. Yaş günü olması nedeniyle de bir takım süprizler hazırlamaya çalıştık. Burgazada Kalpazankaya’da çoluklu çocuklu yemek organize ettik.  40 yaş olduğu için gönlü hoş olsun boş geçmesin böyle bir gün istedim. Hem de tam 10 Eylül Pazar gününe denk gelmiş yani ayıp olurdu bir organizasyon yapmamak.

Cumartesi sabahtan çocuklarla adaya geçmek planı yapmıştım. Ancak cuma akşamına geldiğimizde bırak düşündüğüm süprizleri hazırlamayı henüz hediye bile bakma fırsatım olmamıştı. Klasik iki ayak bir pabuçta girersin Capitol’e, önce gözlük mü alsam, saat mi baksam derken fiyatların uçmuş olduğunu gördüm. %50 indirimle 5.900 TL , 7.800TL saatler… %50 indirim yapsan nolur? "Saat almak için çok geç kaldın ve kesinlikle yanlış yerdesin kızım" dedim. En iyisi sen gözlüğe dön. Ama onlarda farklı değildi ki. Milyon dolarım olsa saate gözlüğe şu paraları vermem yürü gidelim dedim. Eeee ne alacağız o zaman derken Boyner hayatımı kurtardı. Hesaplı ve tam da aradığım gözlüğü orda buldum. Neyse ki çok da beğendi. Zaten çok eskimiş olan gözlüğünün tarzında yeni bir güneş gözlüğü ile 40 yaşımız hayırlı olsun diyerek hediyeyi bağladık.

Hediye işi hallolunca doğru Migros’a… Gelelim süprizlere… 20 yıldır sürpriz kalmadı yapa yapa tabii biraz aynı şeylerden gittik. Alacaklarımın listesi hazır. Şampanya, konfeti, 40 tane mum, pasta içinse 4 paket muffin aldım. Eve gidince hemen  40 tane muffin pişirdim. Allahtan o gece davet varmış teknenin birinde de sabah 03:00’te geldi eve yoksa pişirip saklamak için Zuzu’ya gitmek zorunda kalacaktım.  40 adet mum üfletmek hayalimdeydi ama hangi pastaya o kadar mumu nasıl sığdırırım, ta oralara pastayı dağıtmadan eritmeden nasıl taşırım diye düşünüyordum. Bazen aklımı seviyorum.  40 tane muffin harika bir fikirdi.  Taşıması da kolay oldu. Tabak çanak servis sorunu olmadı. Bu pastayı en çok çocuklar sevdi. Alıp alıp masadan kaçtılar afiyetle…


Saat 13:00‘e geliyordu  cumartesi günü evden çıktık. Taksi kapıya gelsin istedik, aradık ama iki taksi durağında da araç kalmamıştı. Eteğimde iki çocukla döküldük mü gene sokaklara… Bende zımbazımp dolu, ağırlaşmış bir sırt çantası ve çekçek pazar arabası… Durakta taksi yoksa zaten anla ki sokaktakilerde dolu geçecektir. Öyle de oldu. Şaşırmadık. 10 dakika bekledik. Baktım bizim istikametimizde boş bir taksi geliyor. El yaptım. Durmadığı gibi önümüzde manevra yapıp geri döndü ters yöne. Napıyo lan bu taksi ne saçmalıyor derken meğer bizden önce karşı yoldan biri çevirmiş. Gitti onu aldı mı ? Halbuki biz ondan önce çıkmıştık yola. O nerden çıktı şimdi yırtık dondan çıkar gibi de ne zaman çevirdi ? Ben elim kolum dolu daha mağdurum. O da sap gibi tek bir tane gençten çocuk. Çantası bile yoktu. Bizi gördü üstelik. Bindi ve gitti. Bizde ağzımız açık baktık. Şansa bak.



Derken bir tane taksi çok geçmeden geldi de Bostancı iskelesine vaktinde yetişebildik. 13:30 Kınalı-Burgaz motoruna bindik.  Böyle motora bindik indik diye anlatıyorum da öyle yazdığım gibi kolay olmadı o işlerde. Ben epey panik halde davranışlar sergilediğim için tabii etraftan artık nasıl görünüyosam görenler pazar çantamıza falan yardım ettiler.

“Hanfendi acele etmeyin daha vakit var, koşmayın.” 
“Hanfendi çantanızı bize bırakın biz koyarız,tamam.”
“Hanfendi buraya koyuyoruz, bakın.”

Şansımıza hava da nefisti.  

Ama çocukları memnun etmek ne mümkün. Bora vır vır daha takside başladı. Gelmek istemedi. Ayak diretti. Çünkü evde x-box dan ayrılmak istemedi. Babasının doğum günü olmasaydı valla bırakırdım Sado’yla ne hali varsa görürdü artık gözü çıkana kadar oynardı. Mis gibi adada hava varken,  ormanda bisiklete binmek varken, deniz, yosun kokusu, martılar, tatlı güneş, geceleri mehtap, ateş, toprak, su varken. Sanki bana var, onlara yok.

Adaya vardık. Bu seferde faytona binelim diye tutturdu. Huysuzluk devam edecek ya… Yürüyemezmiş o kadar yolu paşanın oğlu… Yolun yarısına kadar fayton da fayton. Yedi beni yedi. Kızın çantasında lolipop vardı. Öyle oyaladım. 1 tane cola aromalı varmış. Zeynep tuttu onu abisine verdi. Kendi limonlu yedi. Cola aromalıdan da 1 tane kalmış mı ? Zeynep kendininkini yiyip bitirince bu sefer başladı mı ben colalı şeker istiyorum. Onu bana ver kavgası. Kızım bak olmaz o ağzına sürdü. Başka yok.  Alırız sonra. Yapma etme eyleme gözünü sevdiğim. Yok. O da yolun yarısından eve kadar colalı da colalı diye zırıl zırıl yürüdük.  Kuşa bak, kediye bak, rüzgar gülüne bak.  Fayda yok. Kafa colalı da ya…  Yediler bitirdiler beni…

Eve geldik tabi aç geldik. Hemen yemek hazırladım. Yedik içtik. Ben biraz evi derledim topladım.

İstiyorum ki onlar güzel güzel bahçede oynarlarken bende kahvemi içiyim sakin sakin kitabımı okuyayım. Ama yok. Mümkün mü ? İki kardeş sanırsınki  kanlı bıçaklı iki düşmanlar. Birbirleriyle nasıl uğraşıyorlar, bağırış çığırış, kavgalar, anlaşmazlıklar. O onu bağırtıyor o onu. Hakem gibi bende aradayım ama yok uzlaştırmanın imkanı yok. Dinlemiyorlar bile. Bir yerden sonra bana da geliyorlar. Beni çiyak çiyak bağırtıyorlar. Anca öyle susuyorlar. Olan bana oluyor. Öyle bağırdığım için yarım gün kendime gelemiyorum. Üzülüyorum. Ama onlar 10 dakika sonra bakıyorum ohooo eski hallerine dönmüşler.

Baktım böyle olmayacak hadi dedim parka çıkıyoruz. Parka çıktık. Hahahahahaha… Çocuklar benimle herhalde dalga geçiyor. Nasıl güzel oynuyorlar parkta anlatılmaz yaşanır. Bunlar aynı çocuklar mı acaba? Yoksa parka kopyalarını mı getirdim? Hayal mi görüyorum ? Şizofrene mi bağladım yoksa ? Kendimi çimdikledim. Hayal değilmiş. Bora’ya şaştım kaldım. Benim oğlum tam bir abiymiş yahu? Nasıl koruyor kolluyor kardeşini? Basbayağı oyun kurdular ve güzel güzel oynadılar. Gözlerime inanamayarak izledim. Etraftaki yaşlı teyzelerin konuşmalarını duydum. “Ay şunlara bak kardeş kardeş ne güzel oynuyorlar.”  Sonra bir başka kadın geldi beni tebrik etti.  “Ne güzel çocuklar çıkarmışsınız. Yani hem çok güzel çıkmışlar hem de çok güzel çıkarmışsınız yaneee” demez mi ? Güler misin ağlar mısın ?


Akşam babaları geldi. Yemek hazırlandı, keyifle yendi içildi. Sonra o çocuklarla uyuyakaldı. Bende her zamanki gibi Sezen şarkıları, arkamda ilk dördün dolunay ve şarabımla başbaşa kaldık… Tek farklı güzel yanı dalga sesleri ve rüzgarın kıpırdattığı ağaç seslerinin eşlik etmesi oldu.




10 Eylül 2017 
 Burgazada




13 Eylül 2017 Çarşamba

Bir Kitap - Güvenli Bağlanma

Kurban Bayramı Burgazada’da çok güzel geçti. Çocuklarla araya giren uzun ayrılık sonrası artık birleştik ve hasret giderdik. Onlarla vakit geçirmek bana da iyi geldi. Oldukça yorucuydu o ayrı ama iki çocuklu annenin fıtratı artık bu. Kabul ettik onu bir kere.

Temmuz- Ağustos süresince kız kardeşim Zuzu da Zeynep ve Bora ile birlikte yazlıkta olduğu için onları görmeye her hafta sonu gittiğimde bana yaşananları aktarıyordu. Zeynep’in kış boyu devam eden gece terörü teşhisi koyduğumuz uyku arası nedensiz ağlama krizleri yaz boyu da devam etti.  Bunun üzerine bana okuduğu bir kitabı önerdi ve okumam için resmen diretti.  İyi ki de diretmiş.

Ara ara kitaptan bana fotoğraflar attı. Okudukça aslında bende kanaat getirdim ki tamam evet bu kitabı okumalıyım.  Elbette ki sadece ağlama krizleri ile ilgili nedenleri  ve ne yapılması gerektiği yönünde önerilerde bulunan bir kitap değil. İçerik oldukça geniş ve anlatım inanılmaz sade, konuşma dilinde gibi,  şıkır şıkır okuyorsun.  Zihninde canlandırabiliyorsun. Kendini düşünüyorsun, anneni düşünüyorsun, ananeni bile düşünüyorsun anneni nasıl yetiştirmiş diye…

Pedagog Dr. Adem Güneş tarafından yazılan “Güvenli Bağlanma”.

Çocuk sahibi olmaya adayken bile bu tarz çok kitap okudum, hala da okurum. Gerçekten bu kadar güzel anlatan ve bu kadar güzel yönlendiren bir kitaba daha rastlamadım. Üstelik anlatılanları uygulamaya başladığınız andan itibaren geri dönüşünü hızlıca göreceğiniz çok başarılı bir kitap. Çocuk sahibi olan herkese hediye etmeyi falan düşünüyorum şu an…

Etkilenmemin sebebi ;  mesela Bora daha yeni doğmuşken onunla ile ilgili yaşadığım bir sorunun kaynağını anlatmış. O zaman olsa belki inkar ederdim. Hayır canım ne münasebet tabiki öyle değil diyebilirdim. O zamanlar farklı bir psikolojide oluyor insan. (emzirme dönemleri, lohusalık gibi… ) Aslında aynen dediği gibiydi tüm yaşadıklarım. Şimdi o dönemden çıktım ve olaylara gerçekler çerçevesinden bakıp yorumlayabiliyorum.  Ah tabi yaa diye diye elimi alnıma şaklata şaklata okudum.

Bebekler yeni doğdukları andan itibaren annenin tavrını hissediyorlar. Hamilelikten başlıyo ya aslında doğduktan sonra başka alem. Bebeklikte bir davranışı anlatıp sonra  ilerleyen yaşlarda 3 yaşa geldiğinde şöyle olur , 5 yaşa geldiğinde  böyle olur, sonra bu durumlar sorumlulukları bilemeyen, ödev yapamayan, değil hayatını, 1 saat sonrasını bile planlayamayan çocuklar haline gitmeye doğru diye bahsetmeye başlayınca dedim ki olamaz çok geç kaldık biz bunları yaşıyoruz şu an.  

İyi de ikisini de 3 aylıkken bırakıp işe güce döndük tabi nasıl olabilirdi ki güvenli bağlanma zaten diye geçiriyorum içimden. Şimdi şimdi jeton düşüyor ki belki yaz boyu daha küçücüklerken onları yazlığa bırakıp gitmelerimiz bile duygusal benliklerini etkiledi. Her hafta sonu görmeye gidiyorsun ama yeterli olmasına olanak yok. Sabahtan akşama kadar işteyiz. Sadece akşamları bile yeterli değil ki… O yüzden bir kitap okudum hayatım değişti derler ya seneye yaza farklı bir plan düşünmeye başladım bu konuda da. Daha az ayrı kalacağız bundan sonra. Yeğenim Ali çok şanslı o yüzden. Hem annesi yanında hem de ben daha hiç görmedim çocuğunun gelişimiyle böyle yakından ilgilenen bir anne. Hem kendi mutlu hem bebeği.  Allah bozmasın…



Her neyse, özetle konu şuraya gelecekti gelemedi bir türlü. Fark ettim ki yani daha ergenlik dönemi görmedik ama öyle derler ya büyüklerimiz, ergenliğe kadar çocuğa ne verirsen kapar, alır, ondan sonra bir şey yapamazsın kişiliği yönünde…   Onu da göreceğiz inşallah ölmez sağ kalırsak da  galiba haklılar o sözlerinde de.  Kitabı okuyunca eyvah geç kaldık biri 4 yaşında biri 10 yaşında, bizden geçmiş ola derken, bir  yandan da zararın neresinden dönersek kardır zihniyetiyle önerileri uygulamaya başladım. Aman Allahım bu kadar mı hızlı dönüş sağlanır. 3 gün 3 gece yaptım. Sadece 1 gece ağladı. Vazgeçmedim, uygulamaya devam ettim, 13 günde sadece 2 kez ağladı. Her gece ağlayan çocuktan bahsediyorum.  Çok mutluyum.  Ama ölene dek buna devam etmem gerek sanırım. J

Ne mi yapıyorum ?

Her gece yatmadan evvel saçlarını tarıyorum ve masal okuyorum.  Bunu daha öncede yapıyorduk, tabi ki saçını tarıyordum kızımın ve kitap okuyordum ona fakat  her gece rutinimiz değildi. Yani bir plansızlık vardı. Şimdi planlar dahilinde hadi saçlarımızı tarayıp masalımızı okuyup sütümüzü içip yatalım diyorum. Her gece ama her geceeee. Tek yaptığım bu ve ne kadar basitmiş meğer, ben bitiğim o ayrı ama olsun ağlamalar kesildi mi kesildi.

Mesela uyku zamanına kadar birlikte oyun oynuyoruz, sohbet ediyoruz. Bu da pek yoktu.  Ben işten gelince yemek yap önlerine koy, yedir, kaldırla geçiyordu zaman, biraz mekanikti, ama onu da şöyle birleştirdim. Yemek yaparken mutfaktaysam yardım istiyorum onlardan. Sofrayı kurun bakalım diyorum. Bunu da çok okumuşuzdur değil mi ? Çocuklarınızı işlere dahil edin diye ama uyguladık mı ? YOK. Şimdi uyguluyoruz mu ? EFET. Bu da ne kadar basit değil mi ?  Sadece mutfağı toplayamıyorum o işler sonraya kalıyor o biraz kötü oluyor.  Bana giren girmiş zaten ama olsun, gece  ağlamaları kesildi mi kesildi. J

Diş fırçalarken yanlarındayım. Beraber fırçalıyoruz. Önceden kendi hallerine bırakıyordum. Sen fırçalayadur bebeğim ben geliyorum diyip ortamı terk ediyordum.  Bu da basit gibi görünse de nasıl sabır gerektiren bir şey anlatamam. Çünkü kim bilir ben o ara hangi ev işine koşturuyorumdur da ondan öyle diyorumdur. Gene kaçmamak için kendimi zor tutuyorum. J  İşler kalıyor mu kalıyor, ben bitik mi bitiğim ama ağlamalar böyle böyle kesildi ayol… J

Ev işleri onlar uyuduktan sonraya kalıyor bana zor oluyor haliyle çünkü bende uyumak istiyorum.  Bu sefer de ben başladım mı gece kalkıp kalkıp oturup zırlama ağlama krizlerine !!!  Geceleri  terör estirme bana geçti dermişim.  J   Şaka bir yana tıp çalışan anneler karşısında çaresiz kalıyor dostlarım.


Mesela daha başka beraber sofraya oturup yemek  yeme konusu.  Babaları bu konuda diretirdi. O da ailesinden görmüş akşam yemeği aile sofrada otursun buluşsun isterdi ama gelmezlerdi sofraya bi türlü.  Akla karayı seçerdik. Sinir olurduk hatta. Kitabın bir önerisi diyor ki bazen odasında ya da TV karşısında yemek isterlerse ona da itiraz etmeyin. Ufacık keyifleri varsa onu da diretmeden onaylayın. Bu tarz katı kurallar  4- 5 yaştan önce koymayın. Çünkü bilinçleri henüz o derece gelişmiş değil. Bunlar ilerde size yol, su, elektrik olarak geri dönüyor, herşeyin bi zamanı vardır diyor.  İşte o geri dönüşleri de biliyor yazar ve anlatıyor. Bende yaşadığım için kitabı haklı buluyorum. Neyse okey buna da  esneklik getirdik ve sonuç çocuklar bayaa mutlular yahu…  Sonu nereye varacak bilemiyorum ama 5 yaşa kadar vakit var sayın doktor.  O kural babası tarafından geri gelecektir. J

Mesela anlaşmazlıkları çözmeden bir adım atmıyorum.  Sorunlar geçiştirilmiyor artık. Mutlaka çözüme ulaştırılıyor, barış sağlanıyor, her iki taraf da memnun ayrılıyor. Bu da kitaptan ve ben bunu sadece bu kitapta okumadım diğer bilumum dergi, kitap, gazetenden çok okuduydum. Sadece uygulamıyormuşum. Ve çok daha fazla tüyoyu kitaptan bulabilirsiniz. Şiddetle tavsiye ediyorum.  Kitap her konuyu baştan sona bir tertiple ve özenle anlatmış sanırım ondan etkili oldu. Yazarın anlatım tarzı da  beni çok etkilemiş olmalı ki ciddiye alıp uygulamaya başladım ve başarılı buldum.

Baba faktörü de tabi ki önemli.  Onu da zaman zaman uyarıyorum ve düzeltiyorum okuduklarım doğrultusunda çünkü anne - baba burada tutarlı davranış sergilemeliyiz.

Tüm bunları zaten biz uyguluyorduk kızım ohoooo sen neredesin diyorsanız walla tebrik ediyorum sizleri…  Ne diyebilirim ki J

Kitabın içeriğinde bulunanlar ;

Bağlanabilme Güven duygusu , Bağlanmanın temeli , Anne ile yatan bebekler daha huzurlu oluyor, Anne -çocuk arasındaki büyülü bağ(emme) , Hangi şartlar altında emzik kullanılmalı,  Bağlanma için gündelik fırsatlar , Anneden koparken; Birinci aşama; sütten kesme,  İkinci aşama; tuvalet alışkanlığı,  Üçüncü aşama; yataktan ayırma, Dördüncü aşama; odadan ayırma,  Yetersizlik duygusu,  Eşyaya nüfuz edebilme,  Empati ile değersizlik suçluluk hissi bağlantısı,  Kazanılmış güven duygusu kaybı

Ve kesinlikle geç kalmadınız. Çocuklar mutluysa anne de mutlu.  Ağlamalar kesildi naber ?


 Eylül 2017,  K.yolu