27 Aralık 2016 Salı

Bir Tiyatro - Nereye Gitti Bütün Çiçekler



Aile dostlarımızdan Güler’lerın oyuncu ferdi Feri’nin kurduğu  Mam’art Tiyatro ile gerçekleştirdiği oyunları kaçırmadan izliyoruz. Geçen yıl “Özel Kadınlar Listesi” ile ilk oyunlarını sergilediler. Oyunların yönetmenliğini Tuğrul Tülek’in yaptığı yepyeni bir tiyatro topluluğu.

İlk gösterimini 8 Kasım 2016 günü gerçekleştridiler. Karı-koca davetli olmamıza rağmen  gel gör ki ben oyunun son 15 dakikasına yetişebildim. Yeni Genel Müdürümüz ile departman olarak tanışma toplantımız 18:30’da başladı ve 21:00’de bitti.  Oyun günene denk gelmesi de hep olduğu gibi benim talihsizliğim. Ama Feri’cim sağolsun mağdur olan kardeşi için bir sonraki oyuna yerimi ayırttı ve 25 Kasım’da izlemek nasip oldu.




Eve Ensler’in Bosna Savaşı’nın ardından yazdığı “Necessary Targets” adlı oyunun çevirmenliğini de Feri Baycu Güler yapmış.

Oyun, savaş mağduru kadınlara, yaşadıkları mülteci kampında, yardımcı olmak için devlet tarafından gönderilen bir psikiyatr ve psikiyatr’a yardımcı olmak için görevlendirilmiş bir travma danışmanı (aynı zamanda yeni kitabı için röportaj toplamaktadır) ve kampta yaşam mücadelesi veren genç – yaşlı 5 kadın arasında geçiyor. Kadınlar birer birer hikayelerini anlatıyor. Hepsi birbirinden dokunaklı. Artık evlerini-ailelerini geri alamayacaklarının verdiği korku ve çaresizliğe birebir tanık olduğunuzu hissedeceksiniz. Benim yer yer gözlerim doldu, yanımdaki yaşlı amca da hüngür hüngür ağladı yani o kadar diyebilirim. Finalde kadınlar, bu zorlu mücadelede birarada oldukları zaman nasıl bağlarının güçlendiğinin de farkına varıyor.


Oyunda geçen şarkıların söz ve müziğini, aynı zamanda yönetmenliğini üstlenmiş olan Tuğrul Tülek hazırlamış. Goncagül Sunar ise gitarıyla eşlik ediyor. Oyuncular şarkıları birlikte söylüyor, dans ediyor, müzikler çok başarılı bir şekilde hikayeyle içiçe geçmiş durumda. 

Oyuncu kadrosu; Şenay Gürler, Hale Akınlı, Goncagül Sunar, Feri Baycu Güler, Gözde Kansu, Melisa Doğu ve Ece Yüksel. Hepsi birbirinden yetenekli ve oyunculuğun kitabını yazmış tiyatrocular. Her biri sahnede muhteşemdi.


İlk gösterimi kaçırdım ama toplantı biter bitmez koşa koşa anca galasına yetişebildim.  Oyunun bitmesini beklerken finalde salondan alkış kıyamet seslerinin ardından herkes kokteyl alanına çıktı. İlgi büyüktü. Şener Şen, Hatice Şendil-Burak Sağyaşar, Begüm Kütük, Hakan Meriçler ve Doğa Rutkay'ın da bulunduğu ünlü isimler prömiyere gelmişlerdi. 

Kasım 2016 , Garaj İstanbul-Beyoğlu


26 Aralık 2016 Pazartesi

Bir Yılın Son Günleri


I.

Bir yıl daha bitiyor
İşte bu kadar duru,bu kadar yalın
Bu kadar el değmemiş
Sıradan bir gerçeği daha
kolları bağlı hayatımızın
Bu şiire nasıl dahil edilebilir bir yılın son günleri
Her sonda,her başlangıçta ve her defasında
Alır gibi başkasını karşımıza
Perdeler çekip,ışıklar söndürüp
oturup yatağın içinde bir başımıza
Sorgulamak kendimizi
Öğrenmek ikimizin anadilini,ikinci belleğimizi
Öğrenmek kendimizle hesaplaşmanın buzul ilişkilerini
Bu aynanın dehlizlerinde gezinirken görürüz
Karanlık günlerimizin kenar süslerini

Biterken yılın son günleri
Biliyoruz takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini
Gençlik ikindilerini
Kargınmış bir çocuktuk büyüdüğümüzden beri.


II.

Bir yıl daha bitiyor
Düşlerim ,tasalarım,yarım kalmış onca şey
Her yıl biraz daha kısalıyor bir öncekinden
Bana mı öyle geliyor
Yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman
İnsan yaşlanırken?


III.
Kırdım mı incittim mi birilerini?
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler.
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi
Dağınık yatağım,mutsuz yatağım
Çoğalttım mı eksiklerimi?
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
Borçlarımı ödedim mi?
Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış,
giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Ödünç aldığım kitapları geri verdim mi?
Geri verdim mi aldıklarımı:
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?
Yokladım mı duygularımı
Hala sevebiliyor muyum insanları?
Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma
Ovmalı umutları
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan
Hançer kıvamındaki o karamizah tadını
Şimdi oturup uzun bir hasretlik mektubu yazmalıyım Yavuz'a
Sonra köşe başından bir demet çiçek alıp öyle başlamalıyım
akşama
Yeni bir yıla
Ama nedense herşeyin tadı dağılıyor ağzımda
Bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında
Aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki buluta


IV.

Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım
Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar
Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar
Gece telefonları, ıssız konuşmalar
Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler
Bırakılmış mektuplar
Ve yurdumun her karış toprağında tefrika edilen karanlık
Ey hayatıma girenler ve çıkanlar
Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey

O kadar çok anlattım ki
Kendime kaldım anlatmaktan...
Bunaldım kendisiyle boğuşmasını
Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan
Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan,
Ofset duyarlılıklardan
Kaç zamandır bir ermiş dinginliği havalandırıyor dizelerime
açılan pencereleri,
Durup bakıyorum akşam sularında zaman kavramlarına,
Zamanı düşünüyorum;koyuluyorum
Anlamını yitiriyor "şimdiki zaman"ın boşyüceliği,tarihin unutkan
sayfalarındaki mürekkep lekeleri
İşimin başına dönüyorum içimde ıssız bir gönül erinci

Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum
"içtenliğin" yada "dünya görüşünün" kirletmediği
Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum.


V.

Sabahları açık penceremin soluduğu kent
Nabzında yüzyılın dağınık sancısı
Dumanı üzerinde tüten yıkıntılar
Hangi anlamı kuşanabilir şimdi yeni bir yıl
Umutsuzluk sözlüğünden karşılıklar aranırken hayata
Hangi söküğünü dikebilir bu yaralı kuşak
Hangi yüreğe öğretilebilir unutmak!


Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları
Vitrin camlarına yansıyan yüzlerde
Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar
Hala bir umut var mıdır

Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde


Murathan Mungan
Bir Şiir



22 Aralık 2016 Perşembe

Bir İnsan - Marie Curie



“Yemek, içmek, uyumak, tembellik etmek, sevmek
Yani bu hayatın en tatlı şeylerine değmek,
Ama yenilmemek, ezilmemek gerek
Bütün bunları yaparken, insanın canla başla bağlandığı doğaüstü düşünceleri herşeyin üstünde,
Herşeye hakim olarak kalmalı ve zavallı kafamızın içinde hissiz seyirlere devam edip gitmelidir.
İnsan hayatı bir rüya yapmalı, rüyayı da bir gerçek. “

Marie Cruie , 1867-1934



Keşfettiği radyum elementinin patentini almayarak, gerçek bilimin; piyasacılığı ve rekabeti olabildiğince arttırmaya çalışan bir düzene karşı direnmesini sağlayan örnek bir bilim insanıdır.

Derki ; insanlar konusunda daha az, fikirler konusunda daha çok meraklı olun.



21 Aralık 2016 Çarşamba
Rüyaların gerçek olmasına...



5 Aralık 2016 Pazartesi

Bir Kitap : Medar-ı Maişet Motoru


Sait Faik ile ortaokul 1. sınıfta tanıştık.  “Müthiş Bir Tren ” isimli kitabını Edebiyat öğretmenim hediye etmişti.  Okudukça çok sevdim. Çünkü diyordu ki : “Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak herşey!”   Üniversite yıllarımda da bu dizeyi Zülfü Livaneli’nin şarkı dizelerinde buldum.  https://www.youtube.com/watch?v=WJzAB02uePM

Sait Faik’in o günlerde okuduğum kitaplarından nasıl keyif alıyorsam aradan geçen bunca yıla rağmen  aynı tadı alabiliyorum. Bu da onun ne kadar çağdaş bir öykü yazarı olduğunun bir göstergesidir. Yeni okuduklarım hikayelerden oluşan kitapları Lüzümsuz Adam, Son Kuşlar ve Alemdağ’da Var Bir Yılan hepsi birbirinden güzel öyküleriyle dolu. Hayatı, çevreyi, insanları, olayları, yaklaşımları olduğu gibi, nesnel bir şekilde anlatığı için olsa gerek ağlanacak halimize güldürür.

Çocukları ve çocukluğu anlatır. Çocukla nasıl çocuk olmuş dersin. Genç kızları, delikanlıları ve gençliği anlatır çok iyi anlatmış dersin. Yaşlı başlı insanları, yaşlılığı anlatır, 48 yaşında hayata veda etmiş nasıl yaşlılığı yaşamadan bu kadar iyi analiz etmiş dersin. Çünkü Sait Faik insan sevgisi büyük bir edebiyat ustası da ondan. Yoksul balıkçıların yaşamı, İstanbul Boğazı, Marmara denizi, adalar, balıklar, martılar, yelkovan kuşları, rüzgârlar, dalgalar ve daha birsürü şey...  Hiçbir kalıba uymayan şiirsel anlatımı, özgür ve yaratıcı gözlemciliği, insana değer vermesi, erdem ve iyilik ana temasıydı. Şiirsel anlatım demişken şiirleri de olduğunu belirtelim. Kötülükler ve değer bilmezlikler karşısında bi nevi hayata küsüp Burgazada’daki evinde, kendi içadasını kurmuş ve hayatının son günlerine kadar burada yaşamıştır. Her ne kadar insanlara kırılsa da insanlığa dair umudunu hiç kaybetmemiştir.  
Hep hikayelerini okuduk, bir de 1944 yılında yasaklanan ilk yazdığı romanı okuyalım dedik. Medarı Maişet Motoru.  Ne de olsa yasaklar her zaman çekici gelmiştir.

“Edebi eserler, insanı yeni ve mesut, başka iyi ve güzel bir dünyaya götürmeye yardım etmiyorlarsa neye yarar?”  diyor Sait Faik. Çok haklı.

Yasaklandı çünkü o dönemin en korkulan “sosyal adalet”  fikrini anlatıyordu kitap. Yayıncı bulmakta zorlanmış, sansür üstüne sansür yemiş, kitabın adını değiştirip yeniden yayınlamak zorunda kalmış, adı Medar-ı Maişet olan balıkçı teknesinin adını bile değiştirmişler. Daha neler neler...  Roman ancak 1970’lerden sonra özgürlüğüne kavuşmuş...

Şimdi aslında romanı okuduğumuzda anlıyoruz ki ; sosyal adaletin sağlanması, yoksulluğun azalması gibi eşitlikçi ve özgürlükçü düşünceler nedeniyle yasaklanan bu kitap aslında Sait Faik’in romanda kurguladığı karakterler aracılığı ile dile getiriliyor. Bir röportajında konuyla ilgili demiş ki Sait Faik : “Medarı Maişet isimli bir hikâye kitabı çıkarmıştım. Hayatı tozpembe görüyorum diye mahkemeye verildim. Üç beş kuruş kazanalım derken iki bin lira mahkeme masrafı ödedim, üzüntüsü de caba. Kahramanlarım rahat etmek için hapse giriyorlardı. Bütün sebep bu!”  

Kitabın sansür yiyen bir cümlesi : “Bir insanı yanında uşak gibi kullandıracak her işten sakın! İnsanoğlu birbirinin uşağı değildir, olamıyor. Sayfa 109.

Almdağ’da Var Bir Yılan isimli kitabında, “Çarşıya inemem”  isimli öyküde yasaklarla ilgili de çok hoş bir ironi yapmıştır.  “Ah bu yasaklar! Kendi kendimize, başkasının bize, bizim başkalarına, devletin tebaasına, tebaanın devletine, belediyenin hemşerisine, hemşerinin belediyeye koyduğu, koyacağı yasaklar!.. Yasaklarla çevrili bir dünyada yaşamasak yasaksız yaşayamazdık. Halbuki hayvanlar, hele ehlileri, yasaksız ne de güzel yaşıyorlar. Hafif, cilve gibi, o da boğaz derdinden doğan zırıltılardan başka, gel keyfim gel, yaşamıyorlar mı? Yasakları kabul ettik. İnsanoğlu için yasaklı hayvandır da diyebiliriz. Mikroplar bile yasak değil mi? Aşklar yasaktır. Gün olur, sular, yemişler bile yasaktır. İnsanlar birbirine yasaktır.”  Bu da çok hoş paylaşmak istedim.

Çok hoş şeyleri paylaşmaya devam ediyor olacağız. Şimdilik bu kadar çocuklar.


Sevgiler...

CLK Boğaziçi Elektik, Çağlayan 2016



17 Kasım 2016 Perşembe

Bir Resim - Özgürlüğeeee

Benim akıllı bıdık oğlum Bora 8,5 yaşında bu aralar... Büyüyorlar ve ben sadece öylece bakıyorum bu kadar hızlı büyümelerine... Yetişemiyorum tadını çıkartamıyorum. Günler geçip gidiyor...
Geçen hafta ananesini ziyarete gittiğimizde otururken baktım bi şeyler çiziyor. Özellikle karakalem yapmayı seviyor. Dedim ki : "Bora’cım beni çizer misin ?  Çok merak ediyorum bakalım nasıl çizeceksin ?"

 İçeri gitti. Az sonra geldi. Çizmesi çok uzun zaman sürmedi. Resme bakar bakmaz, abartmıyorum 
47 saniye 7,4 şiddetinde Gölcük depremi  geçiriyomuşuz gibi uzuuun uzunnn bakakaldım.  Öylece kalakalmışım. Hatta görenler ağzımın 5 karış açıldığını söyledi. Çenem düşmüş olmalı. Çok etkilendim. 

Özgürlüğeeeeeee....  


Dedim ki : “Bora’cım bu nasıl bir resim böyle ne kadar güzel bayıldım.  Muhteşem. ”  Sarıldım kocaman öptüm en tatlı balkaymak yerinden.  Sonra : “Peki şimdi nasıl yani ben çok özgür bir insan mıyım o yüzden mi böyle çizdin yoksaaaa özgürlüğe savaş mı açtım öyle mi görüyorsun o yüzden mi böyle çizdin? ”  dedim.

Cevap : “ Ya dedin ya işte ben hayalinde nasılım diye ? İşte hayalimde nasılsan bende öyle çizdim.”  dedi. bi daha bi daha bi daha öptüm. Aklıma geldikçe hala öpüyorum...

İster özgürlüğe savaş açmış olayım , isterse de özgür olmuş olayım. Farketmez. Farkeden şey onlara Özgür ruhu aşılayabilmiş olmak. Çocuklar anne ve babasını nasıl örnek alırsa öyle devam eder hayatına ...  Çocuklar üzerindeki bıraktığımız izlenimler bir kez daha önemini kavratıyor bizlere.
Özgüveni yüksek , özgür ruhlu, kendinden emin çocuklarımın olması hayalimi bu resimle görmüş olmak beni inanılmaz mutlu etti.  

Tabii bu durumu kıskanan kıskanç insanlar sürüsü  Zuzu, Fatih, Sado, anane ve babası “beni de çiz beni de çiz Boraaaa”  diye yalvarmaya başladılar. Bora’ya da eğlence çıktı tabi. Gidiyo geliyo birini çiziyor. Gidiyo geliyo birini çiziyor. Fakat ama lakin hiçbirininki annesinin kadar güzel olamadı.

İşte kanıtı ;

Zuzu’nun yeni bebitosu olduğu için sürekli teyzesini emzirirken görüyor bu  ara o yüzden 
Emzirmeyeeeeeeeee......



Fatih maç hastası, gol kralı, fanatik FB’li Goleeeeee........



Babasıyla sürekli ders yaptığı için ödevlerde Yardımaaaaaa.......


Sado sürekli ilginç hayvanlar tutma peşinde, kirpi, karga, yılan, çıyan, akrep, tosba Yakalamayaaaaaa


Ananesi sürekli yemek yapıyor ve yediriyor yemek yapmayaaaaaaaaaaaa


Ve Zeynep sürekli abisinin odasına girip herşeyi karıştırıp döküp saçtığı için kırmayaaaaaaaaaaaaaa



Kıskanç insanlar sürüsünden hiçkimse de demedi ki  “Bora’cım hepimizi çizdin çok teşekkür ederiz ama sen kendini çizmedin ? Kendini nasıl nerde görüyosun bi çiz bakalım.”  demek tabiki anasının aklına geldi.

Ve en güzel resim sayısı 2’ye çıktı. Özgürlüğe ve Bilimeeeeeee....





 6 Kasım 2016 , Home Sweet Home , 
K. Çamlıca




8 Kasım 2016 Salı

Başka Kalemden Günlüklerim


























Uzayan saçlarına inat, kısalan ömrün ve sığ zihinlerin sana yaptıklarınla uyandın yine bu sabah
Odanda alışık olduğun bir objeye ya da noktaya bakarak açtın iri gözlerini
Biraz daha uyumak istedin düşünce kitaplığında geceden bıraktığın sayfaya tekrar bakmamak için
Ama yine açtın o sayfayı aynı acımtıraklıkta bıraktıığın o sayfaya bağımlı bir köle gibi
Yatırma boynunu yine bir tarafa
Kaldır o buynunu diğer tarafa sabah kokusuyla tuzunu alabileyim önce
Sonra da titrek parmaklarından öpeyim
Hisset o lezzeti sinir uçlarında ve silkelen
Uyan be kadın geceden kalma sürtük gibi dolanma ortalıkta
Çok işimiz var...
Sadece parasına kafa yor o aptal ofis duvarlarının
Şahsına zarar vermesine izin verme ego saldırılarının
Sinsice bir gülümsemeyle gir odana
Bırak aptal suratlar çözemesin anlamını
Silkelen be kadın
Daha çok işimiz var
Daha çok sayfalarımız var parmak uçlarımızla çevrilecek

Ve daha çok şarabımız var içilecek


K.Akyol ,  12 Ekim 2016




6 Ekim 2016 Perşembe

Bir Elişi Tanrısı İçin Ağıta



Biz boğulsak, boğulsak bir avuç şarapla boğuluruz,
Anlatmakla değil, şiirlerle şarkılarla..
 
Öyle ölüme düşkün olsak, Yaşam keyfiyle - derdiyle işimiz olmazdı.
Orospular eksilmiyor, şekil değiştiriyor sadece bu şehirde..
 
Ve Ağlamak yok muhakkak.. Daha çok şiir, daha çok şarap var...


Bir Elişi Tanrısı İçin Ağıta
05.10.2016



3 Ekim 2016 Pazartesi

Bir Şiir : Ece Ayhan

Peki nasıl oldu da hatırladı denizde boğulduğunu
nasıl oldu da peki anlatamıyorum biliyorsun

Öyle ölüme düşkündü ki biyoloji sıfır
bir şarkı yiyor şimdi şapkalarını orospular eksiliyor

Ama yok ne olur ağlama böyle ama yok
şunun şurasında tramvaysız, çocuk olmak turunç olmak

Kantocu peruz sahiden yaşadı mı patron ?
Ece Ayhan
Bir Elişi Tanrısı İçin Ağıt

6 Eylül 2016 Salı

Bir Kitap : Abelard ve Heloise


Mektuplar ve Oyun

Kuşaktan kuşağa aktarılan destanlaşmış aşk öyküleri hep dokunaklıdır. 12. Yüzyılda Fransa’da yaşayan Abelard ve Heloise’in aşkıda günümüze ulaşan mektuplarını konu eden kitap güzel bir öykü niteliğinde. Kahramanlarımız bir kadın ve bir erkek , engelleri aşamayıp ömürlerini hüzne ve ıstıraba bağlayan, kavuşamayan aşıklardan.  Abelard’ın manastıra kapanmasıyla başlayan ayrılık çilesi, dışarda onu bekleyen Heloise  ile birbirlerine yazdıkları mektuplarda, aradaki bağın gücünü günümüze taşıyor.

Şahsen ben kadının yazdığı mektupları erkeğin yazdıklarından çok daha derin buldum.  Abelard’ın tutkusu (çoğu erkek gibi ) bencil  ve bedensel . Bunu Abelard’ın satırlarını okuyunca anlayacaksınız. Kadının tutkusuna ve coşkusuna değil yetişmek yanından bile geçmemiş.  Kadının çoğu cümlelerine kayıtsız kalmış.  Saçmalamış diycem acaba çok mu ağır olacak. Bundan sonra sizin için seçtiğim satırları paylaşıyorum.

Heloise’den Abelard’a  :
“Çok gücendim sana.
Neden mi? Dinle !
Bütün erkekler kulak versin söyleyeceklerime.
Aşkı öğretir, sonra sırtlarını çevirirler bize.
Kendine aşık etmek için nasıl da yalvarmıştın bana.
Hemen teslim oldum sana.
Hiç zorlanmadan kazandın kalbimi.
Aynı kolaylıkla terkediyorsun beni.
Şimdi de vazgeçmemi istiyorsun.
Tıpkı aşkımı istediğin gibi, ısrarla ikna etmeye uğraşıyorsun.
Bir zamanlar kollarına atılmam için yalvardın, şimdi çekip gitmemi emrediyorsun.
Ama gitmeyeceğim. Gidemem.
Tutkuma katlanmak zorundasın.
Sen yarattın onu. O senin eserin.
Seni kalbimden söküp atmamı isteyemezsin.
Seninkinden de beni atamayacağın gibi.
Biz birbirimize ait değil miyiz?”

Heloise son mektuplarında hem kendinin hemde hemcinslerinin farkında. Yukarıda feminist bir yaklaşım tarzıyla başlayan ilk cümlelerden sonra bakınız neler söylüyor. Farkındalığını da ön plana çıkartıyor belki de Abelard’ı kıskandırmaya çalışıyor.

“Kadınların dengesizliğini bildiğine göre, kolayca tahmin edebilirsin ki, bir sevgiliyi terk ediyorsam, başka bir sevgili aklımı çeldiği içindir. Artık onun oldum ben. Bir zamanlar senin olduğum gibi. Şu hoppa halim dünyaya anlatmalıdır ki, kadınların tek sabit yanı sebatsızlıklarıdır. Sadık kalmayı beceremeyiz biz. Sadakatimizi yalnızca sadakatsizliğe gösteririz.”

Ve Abelard :  “Sevgi verdiklerimizde değil, alabilme yeteneğimizde gizlidir.”  diyerek son noktayı koyar.

Kadının onca duygusuna karşılık bu mudur yani ? Bu makaleyi okuyan erkekler eminim “işte bu yaşa Abelard” dediniz değil mi ? Demeden önce kitabı okumanızı öneririrm.


Kitabın Adı : Abelard ve Heleoise
Yazar : Ronald Duncan
Yayınevi : Helikopter
Sayfa Sayısı : 72

Baskı yılı : 2016



2 Eylül 2016 Cuma

Gizem Oyunu - 2

Eveeettt... Oyun devam ediyor. 
Bu defa gizemleri yazan kişi anne. 
Oyuncu : Bora. 
Bakalım neler varmış .


Annenin odasına git ve en sevdiği şeyi bul. 


Ben bir mücevherim kutu içine hapsoldum.


Zeynep'in odasına git ve onun en sevmediği şeyi bul. 


Ve FİNAL
Benim hem tahtam hem camım var. Vurunca tak tak ses çıkartırım.





Bu final oyuncumuzun pek hoşuna gitmedi. 
Koşarak uzaklaştı ama gene de o kitap 5 sayfa okundu.

İyi Oyunlar...

Ağustos , 2016




26 Ağustos 2016 Cuma

Bir Şiir : Sonsuz ve Öbürü


En değerli vakitlerinizi bana ayırdınız
sağolunuz efendim
Gökyüzünün sonsuz olduğunu bana öğrettiniz
öğrendim
Yeryüzünün sonsuz olduğunu öğrettiniz
öğrendim
Hayatın sonsuz olduğunu öğrettiniz
öğrendim
Zamanın boyutlarının sonsuzluğunu
Ve havanın bazan kuşa döndüğünü öğrettiniz
öğrendim efendim

Ama sonsuz olmayan şeyleri öğretmediniz
efendim
Baskının zulmun kıyımın açlığın
Bir yerlere kıstırılıp kalmanın susturulmanın
Aşk mutluluğunun ve eski hesapların
aritmetiğin bile

Bunları bulmayı bana bıraktınız
Size teşekkür ederim.


Turgut Uyar 
18.05.1982



24 Ağustos 2016 Çarşamba

Gizem Oyunu - 1




13 Ağustos Cumartesi günü , hava da nane molla, Zeynep Sultan da ananesiyle yazlıkta takıladururken, bizde Bora'yla evimizde takılıyoruz.

Ne oynasak ne oynasak derken Bora'nın aklına bir oyun geldi. Kağıtlara şifreli cümleler yazıcaz ve o bizi başka bir şifreye ordan başka bir bilinmeyen bilmeceye en sonda da bir finale götürücek bir oyun. Adına da Gizem Oyunu dedik.

İlk oyunu Bora kurdu ve bilmeceleri bilip finale ulaşan kişi ben oldum. İnanılmaz eğlendim. Çünkü Bora o kadar ilginç yerlere şifreleri koymuş ki, gülmekten oyunu oynayamadım.

Ve işte fotoğraflarla Gizem Oyunu



" Bende bir sürü kitap var ve tahtayım bil bakalım ben neyim ? " cevabı kütüphane ve bu kütüphanede şifreli kağıdı bulmak ölüm !!!


Neyseki kolay buldum :)
                                       "Herkesi ıslatırım, yazın su dolarım, bil bakalım ben neyim ?"


"Ben iki katlıyım , herşeyi dondururum, bil bakalım ben neyim ?"


"Ben çok pis kokarım, herkes bana çöp atar, bil bakalım ben neyim ? "


"Ben bi canlıyım, herkes bana su döker, yapraklarım var, bil bakalım ben neyim ? "


FİNAL
"Ben evin girişiyim, bana ayakkabı çıkarırsın, bil bakalım ben neyim  ?



13.08.2016 ,  Altunizade




17 Ağustos 2016 Çarşamba

Bir Not


"Benim beklediğim aşk başka!" dedi. "O, bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka... Aşk bence bu istemektir. Mukavemet edilmez bir istemek!"




16 Ağustos 2016 Salı Günün Anısına, 




9 Ağustos 2016 Salı

Bir Kitap : Komünist

Eserlerinin neredeyse hepsini okuduğum yazarlar arasındadır Vedat Türkali. Çünkü düşünceleri benim için çok değerli , çünkü okudukça anlam kazanıyor ve çünkü her defasında yeni bir şeyler öğretiyor , aydınlatıyor. Merak edenler için yeniden belirtmek gerekirse; Kitapmakalem’de yazdığım “Bir Gün Tek Başına” makalesinde Vedat Türkali ile nasıl tanıştığımdan bahsetmiştim.

“İlk-ortaokul boyunca,okulda belletilenler doğrultusunda ateşli bir Kemalisttim.”  diye başlar kitap ve yetişkinliği boyunca da yaşadığı dönemin gerçekleri anlatarak devam eder. Ailesi , okul hayatı ve çevresi, sosyalizmle tanışması ve ilk örgütsel hareketini bu kitabında detaylıca aktarmaktadır.  Kitapta yer yer şiirlere rastlamaktayız çünkü yazar pek çok şairin siyasi duruşlarından etkilenmiş ve dile getirmiştir. Vedat Türkali’yi sade romancı kimliği ile değil sinema ve tiyatro oyunları ile de tanımaktayız. Bunun yanı sıra TKP’nin tarihine tanıklık etmesi ve Türkiye’de komünizmin geçmişi ve evrelerini bilen ve anlatan yazarlarımızdandır. Hiçbir zaman toplumun sorunlarına duyarsız kalmamış ve kaleme almaktan da çekinmediğini bu eserinde bizlere göstermiştir.

Kitap oldukça sade bir dille yazılmıştır. Kitapta benim en çok sevdiğim değindiği konuyu muhteşem bir uslüpla anlatır. Kadının sosyal yaşamda ileri yere kavuşmasını, sadece bir doğum aracı olarak görülmemesi gerektiğini, bir kuluçka olarak eve kapatılacak bir yaratık olmadığını anlatır. İşçi sınıfı ile köylü emekçiler sömürüye karşı elele vererek burjuva iktidarını yıkıp “inkilabı” yaptılar mı çözülemeyecek hiçbir sorunun olmadığını anlatır.

Nazım’dan başlar Behice Boran ile devam eder. Yurt ve Dünya dergisi’nden Cumhuriyet Gazetesi’ne, Kurtuluş Savaşı’ndan sosyalizm ve kadına kadar süreçleri kendi bakış açısı ve yorumlarıyla okuyoruz bu kitapta.

Son söz olarak şunu söylemeliyim ki Vedat Türkali,  sinema, tiyatro ve edebiyat dallarında pek çok ödülün sahibi olmuş, bir dönemin siyasi serüvenine tanıklık etmiş biri olarak kalıcı eserlere imza atmış değerli yazarlarımızdan biridir.


Kitabın Künyesi
Kitabın Adı : Komünist
Yazarı: Vedat Türkali
Yayınevi : Everest Yayınları
Sayfa Sayısı : 120

Basım Yılı : 2011

29 Temmuz 2016 Cuma

Bir Yazı

Ben hep babama olan hayranlığımı anlatırım. 
Baba-kız durumlarından olsa gerek. 
Annemden fazla bahsetmem nedense. 
Ama bugün biraz ondan bahsedeyim; Sabiş'ten. 
Çocukluğumun bir dönemindeki annemi hiç unutamam. 
Dipdiri, neşeli, kıpır kıpır ve çok güzeldi. 
Babama karşı bitmez tükenmez bir sevgisi ve hayranlığı vardı. 
Ona bir farklı bakardı. 
Gözlerinin içi ışırdı. 
Komikti de annem. 
Ağzımızdan her çıkan kelimeye bir şarkı uydururdu. 
Ama sesi pek yetmediğinden çok komik söylerdi şarkıları. 
Bir de dans ederdi ki hiçbir insanoğlu öyle dans edemez. O da komik.  
Gülerdi sonra kendi kendine. Eğlenirdi kendi haliyle. Özlüyorum o hallerini. 
Bize kızdı mı da "Şimdi balkona çıkıp yangın var diye bağırıcam," derdi. 
Biz de Başak'la kala kalırdık. Çözemez dik ne demeye çalıştığını. 
Ama o amacına ulaşırdı işte. Durdururdu ne yaramazlık yapıyorsak artık.

Kendi bilmez ama hayrandım ben anneme. 
Bir gün ona "Anne sen kaç yaşındasın?" diye sordum. 
Otuz bir yaşında olduğunu söyledi. Demek ki ben de altı yaşımdaymışım. 
O anda niyeyse hayat amacım otuz bir yaşımı görmek oluverdi birden. 
Bir kadının en muhteşem yaşı gibi göründü bana. 
En özgür, en eğlenceli, en deli dolu, en keyifli yaşı... 
Otuz biri geçeli çok oldu.  Bugün kırkı vurdum. 
Annemin otuz birdeki kafasına sanırım ben daha yeni geldim. 
Her kelimeden bir şarkı çıkaramıyorum. Onunki kadar akıllara kazınan bir dansım da yok. Ve ara sıra çatılıverse de kaşlarım (ki o ifade babamdandır) onunki kadar kocaman bir gülümseme yerleşiyor galiba yüzüme…  


Bu ne benim ne de tanıdığım birinin anlattığı bir yazı.
Önce fotoğrafa takıldım.  Sonra yazılmış satırları okudum. 
Beni bu çok etkileyen fotoğraf ve yazıyı paylaşmak istedim.
Facebook'tan alıntıdır. Paylaştığım için sahibi umarım kızmaz. 
Annesini geldiği yaşı itibariyle de o kadar güzel anlatmış ki .... 
Etkilenmemek mümkün değil. 


Çağlayan CLK Boğaziçi , 2016

14 Temmuz 2016 Perşembe

Bir Kitap : Bilinmeyen Adanın Öyküsü

Oldum olası sevmişimdir uzun hikayeleri. İçinde nefis felsefe cümlecikleri barındırırlar. Onları bulup çıkarırsın bir güzel, üzerinde durup düşünürsün, kafanda ekmek hamuru gibi yoğurursun, sonra hayatında bir yerlere koyarsın ve bir de bakmışsın ki “a aaa bu hikaye beni/bizi anlatmış ayol olacak şey değil ? “ dersin ve takır takır oturtursun taşları yerine ya da gediğine... J


Ben zaten bir roman, ya da bir biyografi ve yahut bir siyasi kitap, türü ne olursa olsun okuyup bitirdiğimde  üzerinde 1- 2 gün düşünmeden edemem.  Etkisinden kurtulamadığım romanlar aylarca bile sürebilir. J


Bu kitapla ilgili çok yorum okudum. Beğenenler çoğunlukta. Ben beğenmesem zaten makalesini yazmazdım. Beğenmeyen tarafların ortak özelliği kitabı boş bulmuş ve bir tat, bir haz alamamış olmaları şeklinde.  Eh yani alamazsın çünkü birazcık felsefe özürlüsün demektir.

Mesela  “...Bilmiyor musun ki, kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin...”  gibi bunu anlaman lazım.

Saramago’nun dili ilk etapta biraz garip gelebilir. Çünkü karşılıklı konuşmaları, satır başında tire çekerek başlamıyor. Nokta ve virgülden başka noktalama işareti yok. Düz yazı içersinde,  sadece büyük harf ile başlamasından anlıyoruz ki konuşma sırası diğer kişiye geçiyor. Mesela ;

“Bilinmeyen ada, diye tekrarlamış adam, Saçma, bilinmeyen ada kalmadı artık, Bilinmeyen ada kalmadığını nereden biliyorsun, kral efendi, Haritalarda bütün adalar var, Haritalarda sadece bilinen adalar var, Peki bulmak istediğin bu biinmeyen ada neyin nesi, Bunun cevabını bilseydim ada zaten bilinmeyen olmaktan çıkardı, Bu adayı kimden duydun, diye sormuş kral biraz ciddileşerek, Kimseden, Öyleyse niçin var diye tutturuyorsun, Çok basit, bilinmeyen bir adanın var olmaması imkansız olduğu için." 

Kitap okumak özen işidir. Hele bu kitabı okurken nazar-ı dikkatinizi celbetmeniz gerekir.

Kitabın içeriğindeki çizimlere gelince... Çok başarılı. Aslında o kadar basit çizimler ki. Desen gibi muhteşem. Başarısı şurda; bir okuyorsanız , iki çizimlere bakıp derinliğine dalıp gidiyosunuz.  Şahsen ben kendimi çok dalıp gitmiş buldum. Hissettiklerimi ne kadar anlatsam az gelir, alıp okuyunca daha iyi anlayacaksınız ve bana hakvereceksiniz,  buna eminim...

Kitap hakkında yazanın eline sağlık...

Elimizde neler mi var? Bir kral, bir temizlikçi, bir de bilinmeyen adayı bulmak isteyen bir garip adam. Yaş, isim, ülke, dil... Bunların hiçbiri yok hikayede, işte bu yüzden de küçükken dinlediğimiz masalların tadı var. Bilinmeyen adayı bulmaya kalkan bu adam, bir iken iki oluyor. Kadın da onunla kalmaya karar veriyor. Ve bilinmeyene giden yolda bir karavela, bir adam bir de kadın beliriyor. Hikaye bu kadar. Daha fazlasını da beklemeyin. Adam cesurdu, kraldan bir yelkenli olmasa da karavela kapmayı başarmıştı. Kadın doğuştan denizciydi, adamın açık denizlerdeki pusulasıydı. Onlar bir yolculuğa çıkmaya karar verdi, ve yolculuk hayatları oldu. Asıl hikaye, kitap bitince kendi bilinmeyeninizin ne olduğuna dair sorular ile başlıyor. Kendi hikayenizi kurgularken, en çok vakti de yanınızda kimin olacağını düşünürken harcıyorsunuz.

Eğer siz de bilinmeyen adayı aramaya yola çıkmak üzereyseniz herkesin tüm adalar çoktan bulundu demesine rağmen, ve bir de yanınızda yıkık dökük bir karavelayı size ev yapmaya gönüllü birisi varsa, Saramago sizin için Portekizli eski bir Komünist Partili olmaktan öteye gidecek. Yeter ki siz karar kapısından bir kez çıkagörün. İşte o zaman kendiniz bile bilmiyorken, diğer yarınıza o bilinmeyen adadan bahsetmeye başlayacaksınız.

Alıntıdır –

“Rüya hünerli bir sihirbazdır,varlıkların boyutlarını ve birbirlerine olan uzaklıklarını değiştirir, yanyana uyuyan kişileri ayırır, birbirine uzaktaki kişileri kavuşturur. “

“Beğenmek sahip olmanın en iyi şekli, sahip olmaksa beğenmenin en kötü şekli olsa gerek”

Kitabın Adı : Bilinmeyen Adanın Öyküsü
Kitabın Yazarı : Jose Saramago
Yayınevi : Kırmızı Kedi
Desenler : Birol Bayram
Çeviren : Emrah İmre
Baskı Yılı : 2016

Sayfa Sayısı : 64