22 Mart 2016 Salı

Bir Tiyatro : İkinci Dereceden İşsizlik Yanığı



4 Şubat 2016 Perşembe. Kızkardeşimin doğumgünü ama ben daha önceden verilmiş bir sözüm olduğu için bu oyuna gitmem gerekiyordu. Geçen yılda gene bi gün kızkardeşimin doğum günüymüş 4 Şubat 2015 hiç unutmuyorum, Kitapmakalem ekibi ile  arkadaşımız Gülru Pekdemir’in “Azizce” oyununu izlemeye gitmiştik. Tesadüfün bu kadarı.  2017, 4 Şubat’ta  kızkardeşimle gitmek üzere bir tiyatro bileti ayarlamam şart yoksa afarozum kaçınılmaz olucak.

Ekip arkadaşlarım Ömer, Gülbahar ve Müdürümüz Ersoy Bey ile muhteşem bir dörtlü olduk ve ilk tiyatromuza gittik. Çok da keyif aldık. Kültür Sanat grubumuzu kurduk. Her aya bir oyun, sergi, sinema gibi etkinlikler koymak kaydı ile devam etmeye niyet ettik bakalım.


Tarihi dokusu olan bir mekandayız yine... Beyoğlu Küçük Sahne.  Birşeyler atıştırıp oyunun başlama saatine kadar Atlas pasajında turladık. Oyuncu Berkay Tulumbacı’yı konuştuk. Tek kişilik oyunlar biraz zordur.  Genç Yetenek Ödülü alması dışında 2014 Tiyatro Ödülleri, En İyi Erkek Oyuncu ödülleri toplamış olduğunu bilerek biletleri almamıza rağmen, bu çocuk bakalım başarabilmiş mi ? Sıkılacak mıyız acaba ?  Dikkat uyutabilir !  kritikleri ile oyuna girdik. Ve sonuç mükemmel. Tek kelimeyle çocuk çok iyi oynadı beyler.  Oyunun ilk 10-15 dakikası düşük enerji ile başladı ama sonra yükselişe geçti ve bir daha da inmedi. Daha önce Sumru Yavrucuk,  Yıldız Kenter, Günay Karacaoğlu, Genco Erkal gibi ustaları -ki tek kişilik dev kadro onlar benim için, izlemiş biri olarak Berkay Tulumbacı’da oldukça başarılı bir performans sergiledi. Genç oyunculuğuna rağmen karakterine hakim ve bu tek kişilik oyunu kotarabilmiş. 


Göz doldurucu bir dekor yoktu. Sahne tasarımı zayıftı ama oyunculuğa kilitlendiğiniz için çok önemli bir detay gibi takılmıyor.

Gelelim oyunumuzun içeriğine... 2001 krizi ile işten çıkartmaların çok olduğu haliyle işsizliğin tavan yaptığı dönemde geçiyor.  Hoş bugünde değişen birşey yok.  Adamımız da yeni mezun olmuş bir mühendis. Haliyle iş görüşmelerine gidiyor ama nasıl ? Güldürü burda başlıyor. İşiyle alakalı alakasız görüşmelere gidiyor, başına gelmedik kalmıyor. İşsizlik durumu başlı  başına can sıkıcı bir durum bir de üstüne aile ve çevre baskısı eklendiğini hayal edin.  


Eleştirel konuları ile mizahı öyle kıvamında buluşturmuşlar ki  sıkılmadan hatta kahkahaya boğularak izliyorsunuz.  Özellikle İK müdürü Berna Hanım ile yaptığı iş görüşmesi ve yangın tüpüne sarılarak oynadığı sahneler...  Mizah yönünün kuvvetli olması oyun ekibine bir karikatüristin parmağının değmiş olması sanırım. İki perdeden oluşan oyun toplamda 1,5 saat sürüyor. Gidip görün derim gönül rahatlığı ile...  İyi Seyirler...  

14 Mart 2016 Pazartesi

Bir Kitap : Kırmızı Saçlı Kadın

Tamamen hayata dair konusuyla sizi bağlayabilir, tek bir cümlesiyle günlerce düşündürebilir. Bu aralar okumak için güzel bir kitap önerim var.

Bir kitap iki günde nasıl biter ?
Bölüm : 1-2-3-4-5-6 – Bir Pazar akşamı yatmadan hemen önce
Bölüm : 7-8-9-10 –Bir  Pazartesi sabahı işe giderken Üsküdar otobüs –Kabataş vapuru –Taksim finiküler
Bölüm : 11-12-13-14-15-16  – Öğlen yemek molası boyunca
Bölüm : 17-18-19-20 –İşten  eve dönüş Taksim finiküler- Kabataş vapur – Üsküdar otobüs
Bölüm : 21-22-23-24-25-26-27 – Akşam uyumadan hemen önce
Bölüm : 28-29-30-31 –Bir  Salı sabahı  Üsküdar otobüs –Kabataş vapuru –Taksim finiküler
Bölüm : 32-33-34 – Bayrampaşa Belediyesi’nde Hakan abinin beni almaya gelmesini beklerken
Bölüm : 35-36 – İş arası yol boyunca ...
Bölüm : 37-38-39-40 –Eve dönüş yolunda final.



Okuduğum ilk Orhan Pamuk kitabı Yeni Hayat lise son sınıf yıllarıma denk gelir. Bir cümleye başlar ki o kitapta neredeyse sayfanın yarısı kadar. Cümlenin sonunda baş tarafında ne anlattığını unutursunuz.  

Kırmızı Saçlı Kadın kitabı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.  Kesinlikle alışık olmadığımız bir Orhan Pamuk kitabı.  Yazar okurlarını şaşırtmayı seviyor. 1-2 sayfalık kısa bölümlerden oluşan kitap su gibi bitti.  Beklenmedik sadelikte bir dil ile yazmış olması kitabı kolay okunabilir kılmış. Gerçi gene aralarda çelişkili paradigmalarına rastlamıyor değiliz.  “Hiçbir şey olmamış gibi yaparsanız ve gerçekten de hiçbir şey olmuyorsa, hiçbirşey olmaz sonunda.”   ve  “ Hem her şeyi sorup öğrenebileceğimi hissediyor hem de korkuyla her şeyi sorup öğrenmek istemeyebileceğimi seziyordum.”   gibi gibi bana hiç hitap etmeyen klasik Orhan Pamuk söylemleri.  Ancak kitabın sürükleyici hikayesi nedeniyle akşamdan sabaha merakla uyanıp elimden düşürmeden okuduğum gerçeği gizlenemez.

17 yaşında babası tarafından terk edilen Cem, annesi ile Beşiktaş’taki evlerinden Gebze’ye taşınmak zorunda kalır. O yaz para kazanmak için bir kuyu ustasının çırağı olarak çalışmaya küçük bir kasabaya giden Cem’in kırmızı saçlı kadın ile karşılaşmaları ve yaşadıkları hayatının ilerleyen yıllarına nasıl etki ettiğini okurken ileriki sayfalarda tahmin yürütmek keyifli oldu benim için.  (Yazara laf ederken kendim bayağı uzun bi cümle kurdum J) Son olarak; Doğu tarihinden Rüstem ve Sührab, Batı tarihinden ise Kral Oidipus’un hikayelerini sentezleyip,  uzunca yer vermesi tarihsever dostların beğenisini kazanacağa benziyor.


Kitabın Künyesi
Kitabın Adı : Kırmızı Saçlı Kadın
Kitabın Yazarı : Orhan Pamuk
Yayınevi : Yapı Kredi
Sayfa Sayısı : 204


7 Mart 2016 Pazartesi

Bir Gezi - Belgrad


2014 Ekim ayıydı hiç unutmuyorum. Funda ve Evren’le Altunzade Mabeyin’de bir Pazar kahvaltısında buluştuk. Bir kaçamak yapsak çoluk çocuğu satıp gitsek nereye gideriz ? Funda’nın Belgrad’ın gece eğlenceleri  yaz aylarında güzel oluyomuş demesiyle derhal tarih kararlaştırıldı ve uçak biletleri orda o an alındı. Daha yarının planını yapmazken 10 ay sonra kim öle kim kala, çoluk çocuk kime emnaet edilir de gidilir düşünmeden oldu bittiye geldik.

10 Temmuz Cuma sabah yola çıkış, 12 Temmuz Pazar akşam dönüş. Amaç biraz kafa dinlemek,  yorgunluk atmak, gece dans, müzik, yemek , içmek, dilediğince sağda solda aylaklık etmek için, tercihimiz bu 3 günü çocuklarsız yapmaktan yana oldu. Bir ay kala otelimizi seçtik. 
Rezervasyonumuzu yaptırdık. Hotel Moskva. Tarihi dokusu olan mekanlara her zaman tapmışımdır. Hizmetlerinde de bir kusura rastlamadık. Memnun ayrıldık. Tavsiye edilir...

Havaalanından taksi ile otelimize geldik. Bu memlekette toplu taşıma kullanılmayacaksa taksilerle pazarlık yapılması gerekliliğini biliyorduk. Otele giriş yaptıktan sonra ben bir iki saat uyumuşum. Evren ve Funda da uykucudur.  Aramızdaki  tek uykusuz insan Mert bu saatleri asla boş geçirmez. Tek başına yeni yerler keşfetmeye bayılır.

Tesla Müzesi
İlk gün Moskva Otel’den şehir merkezine doğru yürüdük. İkinci gün Tesla Müzesini ve Kalemegdan tarafını ve Ada Ciganlija’yı talan ettik.  Tesla Müzesi’nin en ilgi çeken tarafı elektriğin kablosuz taşınabilmesi buluşuydu. Tesla’nın elektrik üzerine yaptığı sayısız deney ve buluşları arasında aslında wireless sistemini  yüzyıl önce keşfetmiş olmasına basit bir deney ile tanık olduk. Fotoğraflarda elimizdeki floresanlar hiçbir yere bağlı olmaksızın uzaktan güçlü bir akım ile yanıyor. Elektriğin bedava kullanılabilir olması fikri tabiki Amerika’nın hoşuna gitmemiş ve yaşamı boyunca gözaltında tutulmuş bir dahidir aslında Tesla.


Wireless Deneyi
Yemek  ve eğlence mekanlarını  Foursquare’den beğeni puanlarına göre seçip, güniçinde rezervasyon yaptırarak gittik. Çok isabetli çok keyifli güzel mekan seçimleri yapmışız.  Favorilerimiz Sava nehri’nin Karadordeva tarafındaki Cantina de Frida ve Iguana restroantları oldu. Frida ‘da yemek sonrası canlı müzik, Iguana ‘da ise jazz müzik eşliğinde yemek yiyebilirsiniz. Eğlence mekanları ise yemek yediğimiz mekanların karşı kıyısındaydı. Bir köprü geçmek suretiyle yürüyerek oraya ulaşmak mümkün. Nehrin üzerine müsatakil iskeleler kurulmuş. Yanyana ama hiçbirinin müziği birbirine karışmıyor. 


Bol bol Türk erkeklerine rastladık. Eşleriyle gelen bi bizimkiler vardı. Bu yüzden aşkta kaybettiler ama kumarda kazandılar. Son gece Casino’da makinalardan birinde türk lirası ile tam 2.000 TL para ile döndüler.

Bir daha gelmek istediğimiz bir memleket mi? Tabiki Hayır. Gezdik, gördük, yedik, içtik kafi geldi.  Eh hadi Hoşcakal o zaman Belgrade.


Temmuz, 2015

Sava ve Tuna Nehirleri birleştiği yer
Hotel Moskva
Belgrad Team



4 Mart 2016 Cuma

Bir Yazı


16 Ağustos 1996 yılında, ABD’nin Chicago kentinde bulunan Brookfield Hayvanat Bahçesi’nde çok ilginç bir olay yaşandı. Üçyaşındaki bir çocuk gorillerin arasına düştü. Bunu gören 8 yaşındaki dişi bir goril hemen çocuğu kucağına alıp emniyetli bir yere götürdü. Bir kütüğün üstüne oturdu ve baygın haldeki çocuğu kucağında sallayarak kendine getirmeye çalıştı. Daha sonra çocuğu hayvanat bahçesinin bakıcılarına teslim ederken, hem sevgisini belli etmek hem de iyileşeceğini söylercesine bir iki kere sırtına vurdu. Dişi gorilin adı Binti Jua idi. Kameralara çekilen olay bütün dünyada gösterildi. Onu doğadan kopartıp hayvanat bahçelerine hapseden insanlığa ders veren Binti, kahraman ilan edildi! 



Peki, goril Binti’nin bu hareketi niye önemliydi? Çünkü Binti’nin davranışı, “empatinin”, yani “kendini başkasının yerine koyarak onun durumunu anlama; ötekinin acısını hissetme” yeteneğinin, sadece insanlarda değil, hayvanlarda da olduğunu gösteriyordu. Empati kültürel bir şey de değildir, nörolojik mekanizması olan bir gerçektir! Bu duruma ayna hücreler deniliyor, ve bu hayvanlarda da var, ne eksik ne de fazla. 

Bunun gibi pek çok olay var ama çok fazla gündeme gelmiyor, çünkü bu gerçekler bilinip tanınırsa hayvanlar üzerinde deney yapmak ve hayvanat bahçelerinin yanlışlığı gibi hayvanlara yapılan tüm zulümler ortaya serilmiş olur. Tıpkı gorillerin konuşmayı öğrenmesinin gizlenmesi gibi. Yasalar konuşan canlılar üzerinde deney yapılmamasını emreder, oysa genel kitle hala hayvanların zeki olup olmadığının tartışmasını yapar. Onları birer canlı, yaşam formu olarak görmek çok mu zor ?