29 Ekim 2013 Salı

Fotoğraflarla Tekne Seyahati








 


Tarih: Temmuz 2010
Fotoğraflar : Çiğdem- Mert ERSOY
Tekne : Jazz İstanbul
Yer: Cunda Adası Açıkları


19 Ekim 2013 Cumartesi

Düşe Kalka Büyümek


Dört yıl önce okuduğum ilk Yankı Yazgan kitabıdır Düşe Kalka Büyümek. Yeni anne olduğum yıllar en ihtiyaç duyduğum kitap. Hiç unutmuyorum bana terapi gibi gelmişti. Çünkü ilk aylar çocukla birlikte düşüp, birlikte kalktığım için harap ve bitap düşmüştüm. Bu böyle olmaz, çocuk dediğin düşe kalka büyür diyerek kitapevinde bulduğum bu kitaba sarılmış ve bir solukta okuyup bitirmiştim.

Prof. Dr. Yankı Yazgan’ın 5 bölümde ele aldığı kitabının ilk bölümünün başlığı “İşte Aşk Bu !”  tam da kendini kaptırmış annelere hitap ederek başlar sanki… Bütün kitapları gibi bu eseri de her bir bireye olaylara farklı bir perspektiften bakmayı, empatiyi ve ufkumuzu geniş tutmayı gösteren klavuz niteliğindedir.

Bu kitabın makalesini yazmak için yeniden elime aldım. Dedim ki önemli ne varsa bahsetmeli. Ancak görüyorum kitapta neredeyse altını çizmediğim yer kalmamış. Kitapta çocukla nasıl iletişim kurulurdan tutun da genlerimizin dahi nasıl etkili olduğuna kadar, digital dünyanın yarattığı olumlu olumsuz etkilerden her türlü ölüm, boşanma,savaş ve doğal afetler gibi durumlara kadar açıklayıcı bilgilere sahip olabilirsiniz.
Kitapta her bölüm için özel hazırlanmış karikatürler  yer almaktadır. Espirili bir dil ile o bölümün ana teması işlenmeye çalışılmıştır. Kitaba ayrı bir keyif katmaktadır.

Türk tipi anne babalığı anlattığı bölüm esasen benim favori bölümlerim arasındadır. Son derece sevecen, yemeyip yediren , neye göre gevşek neye göre katı kurallar konulduğu çözülemeyen, kuralları olan ama bir türlü uygulayamayan ikili tutumlar vs… Dahası merak edenler için bu kitapta… Anne baba kaygısı hiçbir zaman bitip tükenmeyen bir kaygıdır. Korku ve kaygının bu ülkede çocuk yetiştirenlerin zihninde neden hakim? İşte Yangı Yazgan bu konuyada tüm çarpıcılığı ile değinmiştir.
Annelerin çoğu çocuklarına her an bir zarar gelme olasılığını akıllarına getiriyorlar. Yani bende o annelerden biriydim aslında. Kitabı okuduktan sonra düşünceler birden bire değişmiyor elbette ki ama içimizi rahatlatıcı ve bu endişenin kendimizi yormaktan ,yıpratmaktan başka bize bir şey katmadığını öğreniyoruz. Bunu nasıl iyileştirebiliriz konusunda bize ışık tutuyor.

Kitapta çocukların ruh sağlığı ile ilgili bir bölümde yer almaktadır. Genç nüfus ağırlıklı ülkemiz içinde milyonlarca çocuk ve yeni ergen gençlerimizin ruh sağlığı sorunlarından bahsedilmiştir. Çocuk psikiyatristi kimdir sorusunun yanıtından başlayarak , bunun toplum ruh sağlığındaki önemli rolüne kadar, hatta bu bölüme başvuru sayısını azaltmayı hedeflememize kadar neler yapmalıyız çok sade ve anlaşılır biçimde bize aktarılmaktadır.

Çocuklu hayata geçiş yapan biz ebeveyinlere ışık tutan bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Aslında sadece ebeveyinlerin değil hepimizin bilmesi gereken ayrıntılar bilimsel bir bakış açısıyla , yalın bir dille Yankı Yazgan klavuzluğunda okunası bir dille bizlere aktarılıyor.
 

Kitabın Adı : Düşe Kalka Büyümek

Yazarı:  Yankı Yazgan

Yayınevi : Doğan Kitap

Sayfa Sayısı : 222

Basım Yılı : 2009 / 5. Baskı

www.kitapmakalem.com

18 Ekim 2013 Cuma

Bozcaada - I


Bozcaada’ya 2000 yılından bu yana üç defa gitmiş biri olarak her defasında farklı duygularla ayrıldım adadan. Çünkü hem yaş olarak büyüyor hem de ada her geçen yıl biraz daha farklılaşıyordu. Bozcaada üçlememin ilki olan bu yazımda, fotoğraf karelerinde el değmemişliğin izlerini görebilirsiniz.

Bozcaada’ya ilk gidişimiz “Güle Güle” filminden hemen sonra oldu. Yıl 2000. Aylardan Mart. Kurban Bayramı tatiliydi. Geyikli iskelesinde sadece 4 kişiydik. Ben, Mert, öğretmen bir kadın ve bir gezgin. Bizi adaya götürecek gemiyi bekleyen başka kimsecikler yoktu. Tek bir araba, otobüs bile… Hava inanılmaz soğuktu ve müthiş bir rüzgar vardı. Gemi suları köpürte köpürte iskeleye yanaşırken kale ve bacalarından duman süzülen taş evler tüm doğallığı ile karşımızdaydı. İlk ayak bastığımız yer Ada cafe olmuştu. Ada cafenin yeni halini bilenler bilirler. Eski halini bilmeyenler için cafenin eski halinden bir görüntüyü paylaşmaktan mutluluk duyarım… Lakin nostaljiye bayılırım.

Kırlı pansiyonda kaldık. Bugünkü kadar çok seçeneğimiz yoktu ancak sıcak suyun olduğu tek pansiyondu diye hatırlıyorum. Akşamları Boruzan Restoranda  yemek yedik. Hiç unutmam Boruzan Restorantın sahibi ertesi bayram bize kart yollamıştı. Bu nazik davranışları bizi şaşırtmış ve mutlu etmişti. Adayı görür görmez zaten kanımız ısınmıştı üstüne böyle bir jest oldukça hoşumuza giden bir durum olmuştu.

Gezintimiz sırasında sokak arasında kocaman kapısı olan taş bir bina gördük. Hafif kapıyı araladık ve içeri girdik. Gözlerimize inanamadık. Daha önce hiç böyle bir manzara ile karşılaşmamıştık. Kocaman fıçılardan anlaşılıyordu ki burası eski bir şarap mahzeniydi. Yıkık ve harabe görüntüsü ise ne kadar eski olduğunun göstergesiydi. Bu eski şarap mahzeni ikinci gidişimizde otel haline gelmişti. Bütün gizemini kaybettiği için hüzünlenmedik değil. Ancak o halini görebilme şansını elde ettiğimiz içinde mutluyduk. Sokak aralarını arşınlarken çok güzel kareler yakaladık. Fotoğraflarda sokaklara dikkatli baktığınızda kimseciklerin olmadığını göreceksiniz.

Rüzgar değirmenlerini görmek için, yürüyüş yollarını gösteren haritamıza bakarak yola çıktık. Çam ormanlarının arasında bir başka harebe taş yapı gördük. Bu yapılar karşısında büyülenmemek mümkün değildi. Ayazma Plajı’nı gördük. Saatlerce yürüdüğümüzü hatırlıyorum ve çok yorulduğumuzu da… Haritaya bakılırsa rüzgar değirmenlerine ve Polente Feneri’ne daha çok yol vardı. Bizim ise sadece dönüş yapabilecek enerjimiz kalmıştı. Ya bisiklet ya motor ya da araba ile gidilebilecek mesafelermiş. Bu yüzden yürüyerek adayı turlamak gibi bir hataya düşmemenizi öneririm.

Dönüş vakti geldiğinde gemi adaya yaklaşırken nasıl heyecanlandıysam, iskeleden uzaklaşırken de aynı heyecanı duydum. Adadan ayrılırken tekrar gelebilmeyi diledim ve batıl bir inançla denize para attım.










1 Ekim 2013 Salı

Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz


Olsa olsa en çok 12 yaşındayken ilk Aziz Nesin kitabımı elime almıştım. Daha doğrusu okulda “Fil Hamdi” hikayesini ders olarak işledikten sonra üyesi olduğum kütüphaneden bu romanı seçmiştim.   Gel zaman git zaman bu kitap benim kütüphanemde de yer etmeli diyerek Nesin Vakfı’ndan bir tane aldım.  Okunacak daha o kadar çok kitap var ki bu yüzden bir okuduğunu ikinci kez çok nadir okuyanlardanım. Yaşar ne yaşar ne yaşamaz kütüphanemde yer etmeden önce bir kez daha keyifle okundu ve diğer Aziz Nesin kitapları arasında yerini aldı.

Aziz Nesin’in ilk olarak bir radyo eseri olarak yazdığı daha sonrasında fotoroman, tiyatro, sinema ve son olarak da roman olarak uyarlanmış eserlerinden biridir.  Kıvrak zekası ile bolca esprinin yer aldığı romanda devlet işleri iğneleyici ve alaycı ifadelerle anlatılıyor. Çünkü hüviyeti olmadığı için (ki neden olmadığı da kitapta anlatılmakta ) devletin işine geldiğinde yaşayan işine gelmediğinde ise yaşamayan biridir Yaşar Yaşamaz.

Yaşar Yaşamaz kendi halinde bir TC vatandaşıdır ve hapse girmesiyle trajikomik hikayesi başlar. Ne için düştüğü diğer mahkumlar için merak konusu olmuştur. Yaşar Yaşamaz’da başından geçenleri  çocukluğundan itibaren onlara anlatmaya başlar.

İlkokula başlama yaşı geldiğinde hüviyeti olmadığı için okula kayıt olamaz. Hüviyet alamaz çünkü nüfus kayıtlarına göre ölüdür. Okula gidemez ve okuma yazmadan mahrum kalır.  Askerlik çağı gelir çatar. Hala bir hüviyeti yoktur ama devlet askerliğini yapacak der. Ve askere gönderilir. Terhis edilme vakti geldiğinde ise kayıtlara göre bir ölüdür ve bir türlü terhis edilemez. Bir zaman sonra babası vefat eder. Borçları vardır ve mirasından alacağı parayla borçlarını kapatmak ister. Gel gör ki Yaşar Yaşamaz  ölü olduğu için babasının mirasından yararlanamaz ama borçlarını ödemeye geldi mi ölü değildir ve devlet borcunu ödeyecek der. Gene aynı sorundan dolayı maaşlı bir işe de giremez.  Zaman geçer biriyle ortak manav dükkanı açarlar. Manav işi iyi gider ama ortağı bir gün bütün parayı alır ve ortadan kaybolur. Kimliksiz Yaşar Yaşamaz mahkemede hakkını da arayamaz. Bunca çileden sonra intihar etmeye karar verir ama onu da beceremez. Ne yaşar ne yaşayamaz ve daha neler neler…

İlk baskısından bu yana okurların, izleyicilerin büyük ilgisini çekmiştir. Romanın en büyük özelliği hala daha güncelliğini koruyor olmasıdır. Kendi ülkesinde bürokrasinin oturmamış ve karmaşık yapısı içinde bir o yana bir bu yana savrulmuş, başına gelmedik iş kalmamış bir vatandaşımızın hikayesidir … Sonunda o da bu bozuk düzen içinde yolunu bulmayı başarmıştır. Yenile yenile yenmesini öğrenmiştir.  Eski püskü kıyafetleri ile girdiği hapishaneden para kazanmanın  yolunu legal olmayan yollardan bulmuş ve yepyeni kıyafetleri ile tahliye olmuştur.

Aziz Nesin’in en önemli özeliği tüm eserlerinin halkın anlayabileceği bir dille yazmış olmasıdır. Olaylar abartı ya da uydurulmuş gibi gelmez. Kurgulanmışlıktan öte yaşanmışlık hissi ağır basmaktadır. Bir Aziz Nesin klasiği olan bu romanını okumayan kalmasın isterim.
Kitabın Adı : Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz
Yazarı:  Aziz Nesin

Yayınevi : Nesin Yayınevi

Sayfa Sayısı : 343

Basım Yılı : 2005