27 Ocak 2016 Çarşamba

Hikayelerimiz Bora Ersoy'dan bundan sonra...



Kapak Fotoğrafı  : Bora ERSOY


Bir çocuk varmış. Bu çocuğun adı Kevin’mış. Bir gün evde çok sıkılmış.

Kevin annesine demiş ki :  “ Anne canım çok sıkıldıbi yere gidelim.” demiş.  Anne ve babası ıssız bir adaya gitmişler. 

Adada dolaşırken Kevin anne ve babasını kaybetmiş. Çok korkmuş. Tabiki anne ve babası da...








Kevin anne babasının yanına gitmek için bir zaman makinası icad etmiş. Ama geçit başka bir yere açılıyormuş. Tam içerde ne var diyecekken geçitteki canavarlar dışarı çıkmışlar ve Kevin’ı alıp geçide sokmuşlar ve patronlarına götürmüşler. Patronları Kevin ile bir konuşma yapmış ama Kevin patronun elinden kaçmayı başarmış ve geçitten çıkmayı başarmış. Canavarlar tam yine Kevin’ı yakalayacakken Kevin geçidi kapatmış ve geçite yeni bir mod eklemiş ve bu mod geçmişe ve geleceğe açılıyormuş ve böylece herkes geleceğe ve geçmişe gidebilmiş üstelik anne ve babasını da bulmuş.


VE SON.

Kasım,2015




21 Ocak 2016 Perşembe

Bir Gün - Modern Sanat'ta

 








Tarih : 12 Eylül 2015
Yer : İstanbul Modern Sanat Müzesi
Etkinlik : Resim Atölyesi













Bir gün Bir gün Bir çocuk ...

Bora ile İstanbul Modern Sanat’ın çocuklara yönelik haftasonu eğitim programlarından birine katıldık. 2 saatlik bir resim atölyesi. İçeriği çok dolu olamamakla birlikte müzeyi gezme şansı elde ettikleri için aslında fena da bir etkinlik olmadı. 


Kızı ananesine sattım. Fırsat bu fırsat fotoğraf makinamı kaptığım gibi çıktık.  Fakat hava ha yağdı ha yağacak üzerimize, güneş yok ışık yok haliyle pek parlak fotoğraflara imza atamadık.
Modern Sanat’ın cafesini çok severim. Özellikle de gemiler demirli değilken manzarasına doyum olmaz. Çocuk içerde eğlenedursun bana kalan (çok değerli ) 2 saatlik sürenin 1 saati müzeyi gezerek diğer  1 saati cafede geçirdim... 



Toplu taşıma ve akbil kullanımı Bora’nın çok hoşuna gitti. O kadar çok eğlendi ki çıkarken de akbil basmak istedi.  Martılara simit atılmazsa olmazdı tabi... Ve Modern Sanat’ın alışveriş mağazası da gezilmeden olmazsa olmazlardandı. Bişeyler almasak hiç olmazdı. Bir magnet, bir ilginç parmak boya fırçası, bir kitap ayracı, bir sanatsal lavanta kokulu uyku bandı... Ve geride kalan güzel bir gün.

Bora birazdan arkada fırtına patlamak üzere korkma



Lavanta Kokulu Lütfen aşşağısı kurtarmaz
 
Eylül ,2015

Çiğdem Ersoy

20 Ocak 2016 Çarşamba

Bir Kitap - Montaigne Mutfakta Denemeler Tabakta

Montaigne’nin Denemeler’ini okuduğumda ortason sınıftayım. Her bölüm biribirinden güzel öğütler içeren, hayata dair pek çok sorgulamayı yaptığım, özgür düşünmeyi aşılayan ve felsefeyi bana sevdiren ilk kitaptır.  Üzerinden neredeyse 4 asır geçmesine rağmen güncelliğini korumayı başaran bir kitap aynı zamanda.

Değerli dostum Sakarpiyon önüme 3 kitap koydu. Lev Tolstoy – Kazaklar, Bahar Yaka – Montaigne Mutfakta Denemeler Tabakta, Montaigne – Denemeler. Elim ilk Bahar Yaka’nın kitabına gitti. Dikkatimi çeken kapak  görseli ve içine şöyle bir göz gezdirdiğimde yemek tariflerinin olmasıydı. Kitabı elime alıp okumaya başladığımda ise “keşke bu kitabı ben yazsaydım” dedim. Pek iyi, pek parlak bir fikirle, günlük detaylardan oluşan ama yazarın kendince hayata dair düşündükleri ve hikayeleri bir tarif ile birleştirip bitirmesi okumaya değer kılan özelliklerden birkaçı. Montaigne’in mutfakta bir anda beliren eşgali ile hayali sohbetlerinden kendinizden çok şey hatta daha fazlasını bulacağınıza eminim.

Kitabı “keşke ben düşünüp, ben yazsaydım” dememin sebebi; daha çok yeni okuma yazma öğrendiğim ilkokul günlerimde (sanırım 3. Sınıf) bir defter edinmiştim.  Her gün bu deftere o gün neler yaşadığımı neler hissettiğimi bir mektup edasıyla anlatıyordum. “Sevgili Barbie” diye başlardı herbir sayfa...  Barbie’ye anlatırdım aslında her günümü onunla yaşardım sanki.  Halen devam ettirdiğim bu alışkanlığım yerini gerçek kahramanlara bıraktı. Artık çocuklarıma yazıyorum. Okumanın gücü bir yana, kendi keyfim için yazı yazmak, gerçeği bulup göstermenin tek yolu gibime geliyor. Bahar Yaka’da kitabında kendini anlatıyor. “Okumayı çok severim” diye başlıyor kitabına ve hikayesini devam ettiriyor. Montaigne’den çok şey öğrenmiş ve hayatına öyle bir katmış ki kendini anlatırken sizi düşüncelere sevk eden yeni bir yola sokuyor. Köhne inanışların reddi, doğa sevgisi, edebiyata açılan yol, bilimsel düşüncelere verilen değer,  sadece kendini düşünüp kendini anlattığı anlamına gelmiyor.

Kakuleli Kahve, Kaparili yumurta salatası, Çingene Turşusu, Sirkeli Patlıcan Salatası ve daha fazlası... Her bir tarifin hikaye ile örtüşüyor olması kitaba anlam katmış.  Yazarın içten ve samimi üslubu okurlarıyla buluşmayı bekliyor.  Keyifli okumalar ...


Kitabın Künyesi
Kitabın Adı : Montaigne Mutfakta Denemeler Tabakta
Kitabın Yazarı : Bahar Yaka
Yayınevi : Düz Yazı Yayınevi
Sayfa Sayısı : 94

Bir Şiir - Buluşmak Üzere



Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek

Öbür yanda güneş kendi keyfinde

Ne de olsa yaz yağmuru

Pırıl pırıl düşüyor damlalar

Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın

Dar attın kendini karşı evin sundurmasına

İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti

Erkenceden denize gireyim dedin

Kulaç attıkça sen

Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor

Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de

İşte çil çil koşuşan balıklar

Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni

Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya

Çakmak çakmak gözleri

Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı

Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor

Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili

Bi de başını çeviriyorsun ki

Yanında ben varım


Can YÜCEL

12 Ocak 2016 Salı

Bir Not - AŞK




Azı eritir, fazlası delirtir. Arapça kökenli olup, adını bir sarmaşıktan alır. Bu sarmaşık öylesine aç, öylesine doyumsuz ki gıdasını ağaçların gövdesinden alır. Öylesine sarılırki; bir süre sonra kurutarak öldürür.

11 Ocak 2016 Pazartesi

Bir Şarkı - Sus Söyleme

Sus söyleme 
Bir şey söyleme artık 
Sus söyleme 
Her şey gereksiz artık 
Bana düşen dönüp de gitmek 
Sonunda elimde kalan 
Bir avuç hüzün ve keder 

Yeter yeter söyleme artık 
Kelimeler kanatır yarayı 
Gözlerin anlatıyor 
Mutlu aşk yoktur, yoktur 

Oysa ben sana neler adamıştım 
İçli şarkılar, kırık ezgiler 
Yüreğimdem süzülüp gelen 
Bırakıp gittin beni 
Bir gün yollarda 

Yeter, yeter söyleme, söyleme artık 
Kelimeler kanatır yarayı 
Gözlerin anlatıyor 
Mutlu aşk yoktur, yoktur 

Sus söyleme, her şey ortada artık... 


Zülfü Livaneli, 1983

https://www.youtube.com/watch?v=Q4Vf0bWPTxs

7 Ocak 2016 Perşembe

Bir Yazı - Decameron Aşkına

Aşk insan20151031_150140a neler yaptırıyor. Benimki şarap aşkı...
Hiç unutmuyorum bir Aralık günüydü. Sene 2010. Güzide Catering firmalarımızdan birinden bir şişe sıcak şarap geldi. Kendi karışımlarından hazırlanmış el yapımı. Nasıl güzel nasıl güzel...  Isıt ısıt iç bana mısın demiyor, için ısındıkça ısınıyor, kanın kaynıyor. Fakat bana biraz sanki portakalın acısı çıkmış gibi bir kekremsilik verdi damağıma ve bu tat pek de hoşuma gitmedi.
Gezdikce gezdiğim günlerden birinde, yıl 2011 Abant’ta karlar altında keyifli bir piknikteyiz. O da ne! Biri sıcak şarap getirmiş. Bu seferki şarabımız market raflarından konuk oldu. Gene güzel gene güzel, ortam güzel, muhabbet güzel, ikinci kadehi bile alamadan tadı damağımızda fırt dedi bitti...  Fakat bana gene tadı bi parça eksik geldi. Market ürünümüz de malesef çok şekerli, çok tatlı, şerbet gibiydi. Alkolün tadı neredeyse kaybolmuş bir kıvam...
Bu böyle olmaz dedik. Kendi sıcak şarabımızı kendimiz denemek için kolları sıvadık. İlk seferki çok başarılı olmamakla birlikte fena da olmadı. Deneye deneye, yapa yapa, kendi damak tadımıza göre bir kıvam tutturduk mu tutturduk. Her kış yapar olduk. (2012- 2013- 2014) İçer olduk. İkram eder olduk. Ta ki geçen yıla kadar....
Geçen yıl bir teşvik aldım. Evde sıcak şarap yaptığımı bilen bir arkadaşım 2015 yeni yıl vesilesiyle dostlarına sıcak şarap hediye etmek üzere benden 10 şişe sıcak şarap talebinde bulundu.  Yapıp yapamayacağını sordu.  Yapıp yapamayacağımı düşünürken birden kafamda şimşekler çaktı. Marka, şişe, mantar, etiket neler yapılabilirdi? Hediye olacağı için şık bişeyler düşünmek gerekti.  Böyle düşünceli günlerden birinde minnoş kızımı uyuturken gözüm kütüphanedeki  2 ciltlik kitaba ilişti. Kitabın sırt kısmındaki amblem şarabım için hem isim hem de muhteşem bi logo olabilirdi. Denemek için hemen kutusundan ayırdım. Kutuyu bu kutsal iş için heba ettim. Kestim, biçtim ordan doğru ozalitçiye...  Ve işte Decameron ...
Decameron sıcak şarap hikayesinin kitap tarafından birazdan bahsedeceğim. Ancak asıl beni bu iş için teşvik eden arkadaşımında bir hikayesi var elbetteki. 1970’li yıllarda babası, bir arkadaşı ile birlikte soğuk bir kış günü trenle Belgrad’a geçerler.  İndikleri durak buz kesmiş. Derken babası arkadaşının kolundan tutar ve bir büfeye sokar. Kocaman bir kazanın içinde ne olduğunu  bilmediği bir içicek için "iki tane doldur” derler adama. İçer içmez boğazlarından aşşağıya sımsıcak bir şey iner ve bir anda tüm vücut ısınır. İşte o içtikleri sıcak şarapmış. Geçtiğimiz bayram tatilinde ise oğlu babasının izinde Belgrad’ın yolunu tutar. Babasının arkadaşı ile buluşurlar. O tren istasyonunu bulur ancak büfeden eser yoktur. İşte Decameron şu an hayatta olmayan babasının ruhuna da değmektedir az biraz...
Gelelim kitaba. Ah o İtalyanlar yok mu o İtalyanlar... İnsanın aklını başından alır. Kitabın yazarı Giovanni Boccacio’da öyle bir kitap yazmış ki...  Ortaçağ İtalya’sında 7 kadın ve 3 erkekten oluşan bir grubun, her akşam yemeğinden sonra biraraya gelerek birbirlerine aşk öyküleri anlatmalarını konu alır. Yüzyıllar önce vebadan kaçan birkaç sosyete hatun, oda hizmetçilerini ve 3 erkeği de yanlarına alarak bir eve kapanırlar. 10 kişinin her gece yatmadan önce 10’ar öykü olmak üzere toplam 100 öy-20151130_212522kü anlattığı iki ciltlik bir roman. Öykülerin içeriği tuhaf fantazilerden ve yasak ilişkilerden oluşmaktadır. Bir süre sonra bütün hikayelerin birbirine benzediği görülüp sıkılınabiliyor. Ancak yine de okunası bir kitap. Şarap markası olabilmesi için konu da fena sayılmaz hani...
Ve geldik 2016 kışına. Şişe değişti. Hediyeler çoğalınca tabi Paşabahçe’yi zengin etmek yerine Tahtakale’yi zengin ettim. Etiket daha bir oturdu. Şişeye bir süs bir püskül , oydu buydu derken hediyeler yerini buldu, çok beğenildi çok sevildi. Galon isteyen bile var. Denemedim ama Decameron aşkına denemeye değer... Decameron’um ne çok acı ne çok tatlı. Tam kıvamında , orta kalite şaraptan, mis gibi tarçın, karanfil ve elma kabuğu ...
Son olarak gene bir arkadaşımın Decameron
bebeklerim ile ilgili yaptığı yorum ile yazıma son veriyorum.
“Üst notalarda tarçın altlardan gelen hafif bir portakal kabuğunun damağa dokunuşu ve gizemi çözülemeyen üzümün orta yerde duruşu sıcak şarap dünyasına yeni bir dokunuş ellere sağlık....”
Çiğdem Ersoy , 2016