17 Nisan 2013 Çarşamba

Macera Dolu Olympos


Ben ve arkadaşlarım cuma akşamlarından birinde her zamanki gibi Taksim Şarabi’de muhabbetteyken senelik izinlerimizi Olympos’ta geçirmeye karar verdik. 2006 Temmuz ayının son haftası gitmekti planımız ve aynen öyle de oldu. Bu arada ne üzücüdür ki Taksim Şarabi tarihe karışalı yıllar olmuş. Özlüyoruz...

Otobüs biletleri ayarlandı.  7 arkadaş terminal’de buluştuk. Cengiz, Serkan ve Burçin rehberlerimizdi. Daha önce 4 sefer gitmişler ve artık Olympos onlar için vazgeçilmezleri arasındaki mekanlarından biriydi. Avuçlarının içi gibi biliyorlardı. Cengiz sürekli ” kızlar sakın topuklu ayakkabı falan almayın, öyle şık şıkırdım kıyafetlere gerek yok, bi şort bi tisört yeter” demesine rağmen Demet Çeşme’ye gider gibi hazırlanıp gelmişti. Bu uyarıya kulak asmamasını anlayabiliyorum çünkü Levent ile ilk tatilleriydi.  Ne kadar çok eğleneceğimizi yolculuğun başından tahmin edebilmekteydi.


 Sabah ilk ayak bastığımız yer klasik herkesin Olympos’a inmeden önceki gözleme ayran yediği yerde sabah kahvaltımızı ettik. Sahile en yakın Bayram’ın yeri denen ağaç evlerde kaldık. Oldukça da memnun kaldık. Diğer salaş mekanlar arasında sabah kahvaltıları ve akşam yemeklerini en lezzetli ve en temiz yapan yer olduğuna kanaat getirdik.

Yerleşir yerleşmez havlularımızı alıp sahile indik. Sahile inerken Antik kentten geçiyor olmak beni daha en başından etkilemişti. Fakat kalabalıklaşmaya başlamış olması da bir o kadar itici…  Gündüz sahile yanaşan teknelerin kalabalığı gittikten sonra Olympos koyunun asıl güzelliğini görmüştüm. Güneş batmaya yakın tatlı serin gölete girmek kadar keyiflisi yoktur. Burdan tavsiye olunur.

Ertesi günkü planımızda kahvaltıdan sonra kamelyada buluşup bisiklet kiralayarak Adrasan koyuna gitmek vardı. Levent Demet ve Serkan bize katılmayarak ne büyük bir akıllılık yapmışlar bunu Adrasan’a varınca anladım. Sabah olmasına rağmen oldukça sıcak bir hava vardı ve suyumuz yoktu. İnanılmaz derecede yorulduk. Rampalar inmekle ve çıkmakla bitmedi. Meğer çok uzakmış Adrasan koyu. Bisiklete binmeyi çok severim ama o günkü bisiklet turu işkence haline dönüşmüştü. Cengiz yolda bir arabayı durdurarak su istedi. Daha sonra da vardığımız ilk köyde bulduğumuz çeşmenin altına attık kendimizi. Levent Demet ve Serkan bizi Adrasan’da beklemekteydi. Onlarında gelişi maceralı olmuş sonradan öğrendik ki otostop çekmişler. Ülkelerini bırakıp buraya yerleşmiş İngiliz bir karı koca çifti almış arabalarına. Araba da külüstür mü külüstür bir Kartal… Onları gördüğümde ilk işim geri dönüş için bisikleti onlardan birine satmaktı. Levent kabul etti sağolsun bisikletle geri dönmeyi … Ancak biz çok daha keyifli bir şey yaptık. Tekne kiraladık ve hiçbirimiz tekrar o yolu geri gitmek zorunda kalmadık. Tekne Olympos’un çevresindeki güzel koyları gezdirdi ve en son durak Olympos’ta da bıraktı. En çok beğendiğim koy Ceneviz koyuydu. Hala dün gibi aklımda bir orası bir de Kaş – Kalkan arasındaki Kaputaj Plajı …

Gecelerimizi yemekten sonra kamelya da sohbet muhabbet ve tavla dışında bir şeyler içtikten sonra çevredeki barlarda soluğu alarak geçiriyorduk.

Haftanın ortasına geldiğimizde 7 kişilik grubumuza 4 kişi daha eklenmişti. İstanbul’dan bizim orda olduğumuzu duyan arkadaşlarımız sürpriz yapmışlardı.  Artık 11 kişiydik ve daha da şenlenmişti ortalık.

Bir gün sabahlamaya karar verdik. O gün güneşin doğuşunu seyredecektik. Sahili boş bulacağımı sanmıştım fakat gece 03:00 itibariyle öbek öbek bir sürü grup vardı. Saat 06:00 itibariyle ben artık dayanamadım ve bungolovumuza geri döndüm. Gün ağarmıştı ama güneşin ufuktan doğduğunu göremeden uyumuşuz.

Ertesi gün geçen sefer gezdiğimiz kaptan ve teknesini kiraladık. Kaptan bu defa görmediğimiz koyları da gezdirdi. Aslında geçen seferki pek tur sayılmazdı. Yarım gün bisiklet turuyla geçmişti.

Tatilin sonuna geldiğimizde hepimiz ayrı ayrı dönüş saatleri ayarlamıştık. Bazı arkadaşlar Olympos’ta kalarak bir iki saat daha fazla zaman geçirmek istiyorlardı. Çok da haklılardı. Son gün Antik kentin gezmediğimiz kısımlarını Mert ile keşfettik. En yukarıda kalenin oraya kadar tırmandık. Manzara karşısında büyülenmemek elde değildi.

Gruptan ilk ayrılan Mert ve ben olduk. Biz uçak ile dönecektik. Demet ve Levent’in ise aynı akşam otobüsleri vardı. Diğerleri de ertesi gün sabah araba ile İstanbul’a döneceklerdi. Son bir fotoğraf karesi hepimizin bir arada olduğu bir kare çekildik ve İstanbul’a doğru yola çıktık.

Yol boyu Mert ile ne kadar çok eğlendiğimizi konuşarak geçti. Bu güzel fotoğraflarda birer anı olarak kalmasa ne yapardık kimbilir.












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder