24 Nisan 2013 Çarşamba

Alaçatı'da Bir Yaz


Şipşirin bir yarımada da hayal edin kendinizi. Altın misali kumlar, birbirinden güzel koylar, bembeyaz köpük köpük dalgalar ve masmavi kıpır kıpır bir deniz … Güneş pasparlak, gökyüzü pırıl pırıl … Her daim efil efil esen rüzgar … İşte böyle bir yer Alaçatı …

Hafif meltem esen havası Alaçatı’ya ayak basar basmaz çarptı yüzümüze. Kentin stres ve sıkıntısından bunalmış insanlar olarak bu karşılama pek hoşumuza gitti. Alaçatı’ya girer girmez gözümüze takılan bir diğer şey yel değirmenleri oldu. Sonradan bu değirmenlerin un öğütmek amacıyla 1850-1900 yılları arasında inşa edildiğini öğrendik. Eşim sörf yapmaya bense bol bol yiyip içmeye, yüzmeye ve güneşlenmeye gelmiştik. Sörf yapmak isteğim yoktu ama oraya gidince gördüm ki insanlar çok daha zevkli başka bir spor yapıyorlar. “Kitesurf”. Sene 2007 Aylardan Temmuz. Karnımda biriyle dolaştığım günler ki  olmasaydı kesin yapmayı deneyecektim.

Gittiğimiz tarih Windsurf Türkiye Şampiyonası 2. ayak yarışlarına denk geldi. İzleyebilme şansını elde ettiğimiz için çok heyecan verici oldu. Benim için izlemek yapmaktan çok daha keyifliydi.

Zamanında Alaçatı’da Rumlar şarapçılık ve bağcılık yapmışlar. Onlardan sonra Balkanlar’dan gelen Türkler ise bağcılık ve zeytincilikten anlamadıkları için şarap bağlarının yerine tütün dikmişler. Bir kısmı da bildikleri işi yani hayvancılığa başlamışlar. Ancak iklim ne tütün ne de hayvancılık için uygun olmadığından bir dönem insanlar geçim sıkıntısı içinde yaşamışlar. 1990’lardan sonra sörf ve taş ev meraklıları burayı keşfetmiş ve sonrasında da butik otellerin açılmasıyla Alaçatı gözde tatil yerlerinden biri haline gelmiş.

Buraya gelmeden önce araştırdığımız birkaç otelde tuvaletlerin oda dışında olduğunu öğrendik ve şaşırdık. Meğer geleneksel mimariye uygun olmayan binalar yapılmasına izin verilmediği içinmiş. “Kentsel sit” alanı ilan edilmiş ve binalar aynen korunmak zorundaymış.

Kahvelerde plastik sandalye yok, yüksek sesli müzik çalan bar yok. Tam tersi parke taşıyla kaplı sokaklardan klasik müzik dinletileri geliyor.

Sokakları keşfe çıktığımız bir günde eski taş evlerin farklı sarı tonlarda renkleri gözümüzden kaçmadı. Öğrendik ki evlerin yapımında o civarlardan çıkartılan ve işlendikten sonra sertleşen beyaz bir taş kullanılırmış. Bu taşlar zaman içersin de sarararak binaların yaşını yansıtırmış.

Yerel mutfak yemeklerini sunan restoranlardan, dünya mutfaklarına kadar pek çok alternatif bulmak mümkün. Restoranların her biri özenli ve dostça karşılıyor. Yöresel yemeklerinde farklı otlar kullanmış olmaları ayrı bir lezzet bırakıyor insanın damağında… Bu yemek şölenine Ege’nin şarapları da eşlik ediyorsa değmeyin keyfinize… Yemek sonrası köy kahvesinde içilen sakızlı Türk kahvesi ile bu şöleni sonlandırabilirsiniz.

 Alaçatı’dan İstanbul’a dönerken kalbim insanın ömrüne ömür katan bu memlekette kaldı. Bunaltıcı bir sıcağa maruz kalmadığımız ve bol bol oksijen aldığımız için güzel bir tercih yaptığımızı düşündük. Alaçatı’nın bozulmayan tarihi yapısıyla her zaman ayrıcalıklı kalması tek dileğim...




Alaçatı’nın çevresindeki koyları da gezebilme fırsatımız oldu. Çeşme, Ilıca Plajı, Dalyan Koy, Altınkum ve Ayayorgi Koyları en çok beğendiklerim arasında.

O zamanlar daha fotoğraf merakım başlamamış olacak ki hem çok az foto var hem de kalitelerini artık beğenmez oldum eskilerin...

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder